Medina Turgul DDB Yönetici Yaratıcı Yönetmeni Ertuğ Tuğalan: "Dan" diye gelir "şak" diye giderler"

Yaratıcı zekâlarıyla sektöre adını kazıyan kreatif isimlerin, ilk işlerine yer verdiğimiz "İlk Profesyonel Çalışmam" serimizin yeni konuğu, Medina Turgul DDB Yönetici Yaratıcı Yönetmeni Ertuğ Tuğalan...

Akıllara kazınan kampanyalar, dillere dolanan sloganlar, unutulmayan tasarımlar… Yaratıcı zekâlarıyla sektöre adını kazımayı başaran kreatif isimlerin ilk işlerine yer verdiğimiz İlk Profesyonel Çalışmam serimizin konuğu Medina Turgul DDB Yönetici Yaratıcı Yönetmeni Ertuğ Tuğalan'ın hikâyesi sizlerle...  

"Dan" diye gelir "şak" diye giderler"

Her reklam yazarının kariyerinde ilk reklam filminin yeri başkadır. O ilk filmi yazmak için çok çile çekilir. Her brief toplantısına girilir, sayfalarca fikirler çalışılır, fikirler anlatılır, kimisi elenir kimisi çekilir. Çekelim denilen film gün sonunda bir masaüstü promosyon filmi de olabilir, kariyerinizi değiştirecek bir film de... 

Benim de reklamcılık kariyerimdeki ilk profesyonel çalışmam işte böyle ortaya çıktı:
Yıl 2008 Medina Turgul DDB’deyiz. Milliyet ekibinin Jr. reklam yazarıyım. Ajansa gireli daha 1 yıl olmuş. Ekibin en yenisi, en küçüğü aynı zamanda en çömeziyim. Kreatif ekipte daha önce medya müşterisine bakmış olanlar bilirler, günlük iş akışı çok yoğundur. O dönemler promosyon filmleri furyası vardı. 30 kupona Arcopal yemek takımları rüzgârı yeni geçmiş, teknolojinin gelişmesiyle konuşan İngilizce sözlük fırtınası başlamıştı.

"Gazetenizle birlikte istemeyi unutmayacağınız" boyama kitapları, 29 kupona verilen "Ben Ten" saatleri havada uçuşuyordu. Ben de bu promosyonların filmlerini yazıyordum. Ama ne yazmak! Bazen günde 10 film yazdığım oluyor, akşamına da filmin stüdyodaki çekimlerine gidiyordum. Tabii promosyon filmleri yazmanın çok büyük bir zorluğu yok; ancak el oyalayan filmler. Yine de müşteride beklenti yüksek. "Bir de şöyle havalı bir slogan mı bulsak?" "Ürünler ‘dan’ diye gelmese de ‘şak’ diye mi gelse?" tartışmaları arasında filmleri yazarken arada hâliyle biraz gelgitler yaşadığım oluyordu. Üniversiteden yeni mezun olmuşum, Altın Portakal En İyi Yönetmen ödülü almışım, New York Film Festivali’ne çağrılmışım, yanında hasbelkader reklam işlerim de var. Bunun için mi yaptım bu kadar işi ben diye söyleniyorum aralarda. 

İşte o araların birinde bir gün bir brief geldi masama. Her zamanki gibi detaylıca yazılmış brief’lerden. Brief’in üzerinde arabam.com masaüstü tanıtım filmi yazıyordu. arabam.com Milliyet’in de sahibi olduğu Doğan Medya Grubu’nun o dönemki e-ticaret sitelerinden biriydi ve yeni markasına bir tanıtım filmi yapmak istiyordu. Tanıtım filmi brief’i geldiğinde içinizi bir korku kaplar. Üste üste yığılmış bilgiler, uzun anlatımlar, bitmeyen rakamlar, ağdalı diller ve kendine güvenen bir dış ses… Müşteri tüm bunları filminde görmek istiyordu. Yani tam anlamıyla bir tanıtım filmi olacaktı. Ancak brief’i yazan kişi 2 sayfalık bu bilgi dolu kağıdın sonuna şöyle bir not eklemişti: Müşterimiz farklı fikirlere açık. 

Aradan 1 ay geçti. Bir toplantı odasındayım. Elimde senaryolarımı sıkı sıkı tutuyorum. Kreatif direktörümle müşteri sunumuna gelmişiz. O toplantıya kadar 200’den fazla promosyon filmi yazmışım ama ne adımı biliyorlar ne de onlara promosyon filmlerini böyle bir odada anlatma şansım olmuş. Hoş zaten promosyon filmlerini anlatsam ne olur: Ürünler ‘dan’ diye gelir ‘şak’ diye giderden öteye geçmiyor senaryolar. Biz toplantı odasına geri dönelim. Filmleri anlatmak için gelmişiz, müşterimizi bekliyoruz. Müşterimizi beklerken benim aklımdan bu filmleri nasıl heyecanla yazdığım aklıma geliyor, sonra ajanstaki kreatif direktörümün filmleri çok beğendiğini düşünüyorum, her okuyan beğeniyor, her okuyan kesin ödül alır diyor. İçimden "Oldu bu iş promosyon filmleri sarmalından kurtuldum." diyorum. Ama okuyan herkes bir yandan "Bütçeleri var mı?" diye ekliyor. Senaryolar minimal prodüksiyona göre yazılmış olsa da herkes brief’in masaüstü brief’i olarak geldiğini söylüyor.

Çekimli bir prodüksiyon yapılıp yapılmayacağı konusunda herkesin şüphesi var. O şüphe içimi o toplantı odasında da bırakmıyor. Büyüdükçe büyüyor. Her yerimi kaplayan şüpheyle müşterinin elini sıkıyorum. Acaba o şüphe elimden müşteriye de geçer mi diye korkuyorum. Neyse ki bulaşıcı değilmiş. En azından ajans dışındaki insanlara bulaşmıyormuş. Toplantıya en tepedeki yönetici de girmiş. Filmleri ona anlatıyorum. Sonraları çok önemli biri olduğunu öğrendiğim bu hanımefendi filmleri çok beğeniyor. Filmlerdeki komik bir iki sahnede kendini tutamayıp gülüyor. "Çekelim bu filmleri" demesiyle toplantı bitiyor. 

Aradan 1 hafta geçiyor. Ajanstakilerin dediği çıkıyor, bölüm sonu canavarı olarak bütçe meselesi karşıma çıkıyor. Pes etmiyorum. Filmleri çekmek için okuldaki yönetmen arkadaşımı arıyorum, o da yeni gelmiş İstanbul’a. İyi senaryo arıyor kendine. Büyük bir prodüksiyon şirketinde Jr. yönetmen olarak çalışıyor ve biz filmleri onunla çekiyoruz.

Sonra ilk Kristal Elma’mı alıyorum. Filmler aynı zamanda büyük ödül için yarışıyor ama büyük ödül kategorisinde ikinci oluyorlar. O zamanlar film kategorisinde çok az Kristal Elma veriliyor. Bir tane bile almak büyük mesele yani. Benim filmler 2 elma alıyor. O elmalardan biri benim başıma biri de filme onay veren o hanımefendinin başına düşüyor. Film bitiyor.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir