Bir firmayı sembolize eden, onun tanınmasını sağlayan en önemli etmenlerden biridir logo. Dizayn ve renk ise logoyu logo yapan en temel birimler. Peki markaların logoları mevcut dizaynlarını koruyup rakip firmanın renklerini alsaydı? Brezilyalı grafik tasarımcı Paula Rúpolo tarafından bir fikir olarak ortaya çıkan bu soru yeni bir araştırmaya yöneltmiş kendisini.
Rúpolo’nun da dediği üzere “renk”, markayı temsil edecek ve doğru seçildiğinde markanın yaşam süresi boyunca onunla birlikte aynı yolda yürüyecek. Coca Cola’nızın ambalajının kıpkırmızı olmadığını, McDonald’s patatesinizin üstünde sarı renkte dev bir M harfi olmayan paketle size sunulduğunu ve benzeri diğer durumları düşünebiliyor musunuz? Bu tip bir değişiklik gerçekleştiğinde alışabilir miydiniz? Marka sizin için aynı kalır mıydı?
Gördüğünüz gibi minicik bir renk değişikliği fikri bizi markalaşma ile ilgili ciddi sorulara yöneltebiliyor. Ancak şunu da unutmamak gerek; bazen renk değişikliği o markanın globalde tutunması için önemlidir. Renkler farklı kültürlerde farklı anlamlara gelebildiğinden coğrafik olarak yapılabilen renk değişiklikleri markanın o kültüre kolayca yerleşmesini sağlayabilir. Örneğin “kırmızı” bir kültürde aşk/tutku gibi kavramları karşılarken bir başka kültürde “öfke”yi çağrıştırıyorsa o bölgede bir renk değişikliği yapılabilir; kimse markanızı zihinsel haritasında “öfkeli” kavramına bağlamamalı, değil mi?
Şimdi Rúpolo’nun çalışmalarına göz atalım:
*Samsung ve Nokia arasındaki minik ton farkını fark edebildiniz mi?
*BMW İtalyan olmuş!
Bazı markalar sizin için tamamen değişmiş olabilir, bazıları için “Böyle olsa daha iyi olurmuş aslında.” diyebilirsiniz. Bu; bizi markayı marka yapan, renklerin markanın hangi özelliklerini ifade ettiğini anlamaya sevkeden bir çalışma olmuş. Startup’ı olanlar veya kurmayı düşünenler için de faydalı bir çalışma; böylece daha yolun başındayken marka ve logodaki renk(ler) arasındaki ilişkinin önemini kavramış olacaklardır. Sonraki yazılarda görüşmek üzere!