İklim krizine dikkat çekmek için doğa ile çetin bir mücadele vererek Everest’in zirvesine çıkan Arçelik CEO’su Hakan Bulgurlu, adrenalin ve tehlike dolu tırmanış hikâyesini paylaştı. Bu zorlu yolculuğu ‘Tehlikeli Tırmanış’ isimli kitabıyla anlatan Bulgurlu, “Kitabı okuyan birçok kişi yaşam şekillerinde değişikliğe gittiğini söyledi, benim için en kıymetli şey bu oldu.” diyor.
Doğaya dönmek; evime çocukluğuma dönmek gibi
Çocukluğumu ve gençliğimi Büyükada’da ve Ege sahillerinde geçirdim. Doğaya ve özellikle denize olan tutkum da bu dönemlerde başladı. Küçükken arkadaşlarımla yelkenliyle açılır ve doğayla uyum içinde olan bir yaşam alanı kurmanın planlarını yapardık. İş hayatının yoğun temposundan dolayı zaman zaman uzak kalsam da çocukluğumdan bu yana doğaya olan sevgim ve bağlılığım hiç değişmedi; hep doğayla iç içe oldum. Dolayısıyla doğaya dönmek evime, çocukluğuma dönmek gibi benim için… Şanslıyım ki çocuklarım da doğada vakit geçirmekten çok keyif alıyor; beraber doğa sporları yapıyoruz. Yakaladığımız her fırsatta günlük yaşantımızın karmaşasından uzaklaşarak doğada vakit geçiriyor, birbirimizi gerçekten dinlediğimiz zaman dilimleri yaratmaya çalışıyoruz.
İklim krizine dikkat çekmek için Everest'e tırmanmaya karar verdim
Doğayla olan yakın ilişkim, bana yıllar içinde doğada neden olduğumuz tahribatı ve iklim krizinin yıkıcı etkilerini gözlemleme fırsatını verdi. Kitabımda da yer verdiğim bir örnek var: Maya Körfezi. Bu bölge dünyanın en güzel kumsallarından birine sahip, berrak suyunun büyüleyici bir güzelliği var. Ailemle gittiğim bir Tayland seyahatinde de çocuklarıma burayı göstermek istedim. Tüm yol boyunca çocuklarıma suyun ve kumsalın güzelliğinden bahsettim fakat körfeze vardığımızda bizi bambaşka bir tablo karşıladı: diz boyu çöp. Tüm kumsal ve mağaralar çöp içindeydi; ben de, heyecanla anlattığım doğal güzelliği görmeyi bekleyen çocuklarım da büyük hayal kırıklığı yaşadık o gün. Çocuklarım bana bu değişikliğin nedenlerini sorduklarında onlara verecek bir Ç yoktu—bu tecrübe benim için bir dönüm noktası oldu. Çocuklarımın gözlerinin içine rahatça bakabilmek ve sorularına yanıt verebilmek için onların geleceğini ve doğayı korumak adına elimden geleni yapmaya söz verdim.
Bugün küresel ısınmanın etkilerini somut bir şekilde hissediyoruz. İklim krizi artık daha çok konuşuluyor, hem bireyler hem de kuruluşlar bu konuda artık daha bilinçli. Fakat 4-5 sene önce insanların konuya ilgisini çekmek çok zordu, iklim krizinden bahsettiğimde dinleyenler konuya kayıtsız kalırlar ve hemen sıkılırlardı. İnsanların ilgisini çekecek, merak uyandıracak bir hikâyeye ihtiyacım olduğuna karar vermiştim. Bir etkinlikte arkadaşlarımın Everest planları yaptığını duyunca tırmanmaya ve bu yolculuğu iklim krizine dikkat çekmek için bir araç olarak kullanmaya karar verdim.
Tırmanış öncesi yoğun bir hazırlık dönemi geçirdim. Genel olarak sağlığıma dikkat eder, spor yapar ve dengeli beslenmeye çalışırım. Fakat bu süreçte kaslarımı güçlendirmeye, kalp atışlarımı düzenlemeye ve dayanıklılığımı artırmaya yönelik özel egzersiz programları uyguladım. Kardiyovasküler sistemimi desteklemek için gıda takviyeleri aldım. Ofisteki spor salonumuza koşu bandı benzeri bir tırmanma aleti aldım, burada adım çalışmaları yaptım. Tırmanışın en zorlu kısımlarından biri Everest’in kuzey rotasında yer alan ikinci etap. Bu etapta Çinliler tarafından tırmanışı mümkün kılmak için inşa edilen alüminyum bir merdiven var. Ben de bu etaba hazırlanmak için bu merdivenin bir kopyasını Ballıkayalar kanyonunda dağcılardan destek alarak inşa ettim, burada deneme tırmanışları yaptım. Yüksek irtifaya vücudumu hazırlayabilmek için hipoksik çadırdan faydalandım. Geceleri bu çadırda uyudum, hatta iş seyahatlerimde bile çadırı yanımda taşıdım.
Tırmanış sırasında beni en çok zorlayan şey duygusal yüktü
Benim tırmandığım dönem Everest’in en zorlu tırmanış dönemlerinden biriydi. İklim krizinin etkisiyle tırmanma penceresi iki güne kadar kısalmıştı. Tabii bu durum hem planlarımızı değiştirdi hem de süreci fiziksel ve psikolojik olarak daha da zorlu bir hale getirdi. Tırmanış süresince irili ufaklı birçok tehlikeyle karşı karşıya kaldım ama en zoru duygusal yüktü. Tırmanırken daha önce benimle aynı noktada bulunan fakat çeşitli sebeplerden hayatını kaybeden dağcıların bedenleri ile karşılaştım. Hayatımı attığım tehlikenin boyutlarını ancak o zaman anlamıştım. Bunun yanı sıra aklıma ilk gelen ciddi tehlikelerden biri kamp bölgesinde uyurken yukarıdan koca bir kaya parçasının çadırıma doğru düşmesi. 2. kamp bölgesine geldiğimizde yorgunluktan yukarıdaki çadırlara çıkamamış, ilk gördüğüm çadırda uyuyakalmıştım. Şerpaların sesine uyandığımda sanki bir patlama olmuştu. Çadırımın üstüne bir kaya düşmüş ve çadırımı parçalamıştı; çok az bir fark ile bu kaya parçası üzerime isabet edebilirdi.
Everest'te en büyük kazanımlarından biri, önceliklerimi doğru belirlemek oldu
Tırmanış birey olarak kendinizi hem bedenen hem zihnen daha iyi tanımamızı sağlayan bir aktivite. Tırmanırken disiplinli olmak ve çevrenizdeki her bir detayı dikkatlice gözlemlemek zorundasınız. Günlük hayatta kendimize kaçış için alanlar yaratıyor, dikkatimizin dağılmasına izin veriyoruz; fakat dağda buna şansınız yok. Zorlu olduğunu söylemeliyim fakat bu farkındalık hali aynı zamanda zihninizi eğitmek için eşsiz bir fırsat.
Öte yandan günlük hayatımızda aslında ufak sorunlara takılabiliyor, büyük resmi gözden kaçırabiliyoruz. Tırmanış ise bizi alışkın olduğumuz çevreden ve yaşam tarzından uzaklaştırarak hayatımıza, alışkanlıklarımıza veya hayatımızda strese neden olan olaylara dışarıdan bakma imkânını sunuyor. Everest’te edindiğim en büyük kazanımlardan biri önceliklerimi doğru belirlemeyi öğrenmek oldu. Hayatımın ve zamanımın çok kıymetli olduğunu anladım. Artık karşıma çıkan problemleri parçalarına ayırarak daha iyi analiz ediyor, stresimi, endişemi daha iyi yönetebiliyorum.
İklim kriziyle mücadele çağrısını kitabımla yaymak istedim
Everest’e tırmandıktan sonra iklim krizi konusundaki araştırmalarım artarak devam etti. Daha çok kişiye ulaşmak, iklim krizi ile mücadele çağrısını daha geniş kitlelere yaymak istiyordum. Tırmanış hikâyemi paylaşmaya, kitap yazmaya karar verdiğimde hazırlık amacıyla çeşitli araştırmacı, girişimci ve bilim insanı ile görüşmeler yaptım. Bu görüşmeler çevre felaketinin boyutlarını daha iyi görmemi, geldiğimiz vahim noktayı daha iyi anlamamı sağladı. Geçtiğimiz kasım ayında Tehlikeli Tırmanış yayınlandıktan sonra, bu yıl mart ayında da İngilizcesi ‘A Mountain to Climb’ adındaki kitabım başta Amerika ve İngiltere olmak üzere birçok ülkede okuyucuyla buluştu. Hem çevremden hem de sosyal medya aracılığıyla okuyan birçok kişiden çok güzel yorumlar, mesajlar alıyorum. Kitabı okuduktan sonra yaşam şekillerinde değişikliğe gittiklerini söyleyenler oldu – benim için en kıymetlisi de bu.
İlk önce düşünce yapımızı değiştirmeli ve yaratabileceğimiz etkiyi küçümsememeliyiz
İklim krizi hayatımızın birçok alanını etkiliyor dolayısıyla çözüm için seçeneklerimiz de bir o kadar çeşitli. Bireyler, hükümetler, kamu ve özel kuruluşlar, hep birlikte büyük küçük demeden üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Problemin büyüklüğü karşısında çaresiz hissedip pes edebiliyoruz ama ilk olarak düşünce yapımızı değiştirmeli ve yaratabileceğimiz etkiyi küçümsememeliyiz. Örneğin, mutfaktan tekstile birçok alanda hayatımızda olan plastikler ekosisteme zarar veren ürünlerin başında geliyor. Fakat ne yazık ki tüm dünyada üretilen plastiklerin yüzde 10’undan azı geri dönüştürülüyor. Bu atık sorununa karşı kitabımda da yer verdiğim sosyal bir girişim var: Plastic Bank. Bu proje, plastik bankalar kuran, plastik karşılığında takas yöntemi ile para, yiyecek, temiz su veya çocuklar için okul harçlığı sunan, toplanan plastiği ise etik ürünlerin üretiminde kullanılmak üzere geri dönüştürüyor. Bu milyonlarca örnekten sadece bir tanesi… Et tüketimimizi azaltarak sebze ağırlıklı beslenmekten atmosferdeki karbonu yakalayıp yer altına hapseden teknolojilere, çevre dostu ürün ve markaları tercih etmekten enerji verimliliğine yönelik regülasyonlara kadar birçok alanda her paydaşın atabileceği, fark yaratacak birçok adım var.
Doğa, kendimizi tanıma ve potansiyelimizi görme fırsatı veriyor
Kulağa biraz klişe gelebilir ama benim için doğayı vazgeçilmez kılan şey, doğanın bana verdiği huzur. Şehrin karmaşasından ve hayatın yoğun temposundan uzaklaşmak için kısa bir yürüyüş de olsa doğada vakit geçirmek bana her zaman iyi gelmiştir.
Günlük hayatımızda dikkatimizi dağıtan birçok şeyden uzaklaşarak denizde, ormanda veya bir parkta zaman geçirmek bir ara vermemizi sağlarken zihnimizi dinlendiriyor. Bu sayede dingin bir zihinle olayları daha iyi değerlendiriyor, kendimizi tanıma fırsatını buluyoruz. Bireyler olarak kendimizi tanımanın hem bireysel hem de profesyonel yaşantımızda sınırlarımızı anlamak, gerçek potansiyelimizi görmek açısından çok faydalı olduğuna inanıyorum. Örneğin, Arçelik’te uzun yıllardır gerçekleştirdiğimiz tırmanışlar sayesinde birbirimizi daha iyi tanıdığımızı, ekip bilincimizin ve ortak amaç olgumuzun geliştiği gözlemledik. Dağ ve ofis birbirinden oldukça farklı ortamlar gibi görünse de birbirleriyle birçok açıdan benzediklerini söylemeliyim.