Enucuzoyun.com’un kurucusu Oytun Şengül'ün, turist olarak gidip beğenmediği Berlin’i, yaşadığı beş yıl sonrasında nasıl sevdiğini, yad ellerdeki ilk haftasını kendi kaleminden okuyalım.
Berlin'e hayatımda ilk kez bir konferansta konuşmacı olarak gitmiştim. Özetleyecek olursam, gri, sıkıcı ve monoton gelmişti. Genelde kaldığım şehirleri gezmek için iki gün daha kalırdım fakat Berlin'i hızlıca terk ettiğimi hatırlıyorum.
Bundan iki yıl önce artık tamamen kendi ürünümü geliştirmeye hazırım dediğim bir gün, eskilerden aklımdaki bir fikri hayata geçirmekle başladım enucuzoyun.com'a. Pandeminin etkisiyle sosyal hayatımız değişti ve oyunlar yeni normalin büyük bir parçası haline gelecekti, geldi. Bu noktada oyuncuların istediği bir platform kurarak, oyunculara istediğini vermek, bunu yaparken de hem Türkiye'de hem de globalde oyun ekosistemi yaratmak istedik. Doğru kullanıcıya doğru içerikle yaklaşıldığında da kısa sürede ciddi bir büyüme gösterince, global büyümemizi daha rahat gerçekleştirebilmek için sektörün önemli oyuncularından 23 Studios'dan 1M euro değerlemeyle yatırım aldık.
Hayat bu ya, startup’ımızın Avrupa büyümesi için Berlin merkezi kararı verildi, yeni evimin Berlin olacağını kim bilebilirdi ki... Yaklaşık beş yıl kaldığım ikinci evim öncelikle bana şunu öğretti, bir yere turist olarak gitmekle yaşamak arasında dağlar var. Turist olarak gidip hiç beğenmediğim şehri, geçen beş yıl sonrasında sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Berlin, çok çeşitli kültürlerden insanların Alman kural ve sınırları içerisinde maksimum esnetildiği bir ortamda, alt kültürlerin dahi kendilerini rahatça ifade edebilecekleri bir yer. Tabii bu noktada da Berlin'i Almanya'dan net bir şekilde ayırmak gerekiyor. Giden herkesin de bildiği gibi Berlin, birçok açıdan Almanya değil, fakat bazı açılardan da tabii ki Almanya.
Almanya ile tarihsel ve sosyal birçok bağımız olması, bence toplumların hayata bakış açısı ve kültürleri noktasında hayret verici bir kontrast doğuruyor. Bunca yıl ve ilişkiler sonrası hem çok yakınız hem de bir o kadar uzak. Yemek mekanı ararken zorlanmamak müthiş bir şey, ya da market alışverişinde alıştığın şeyleri bulabilmek. Fakat belediyede ufak bir işini halletmek için beş gün sonraya randevu almak, eve sürekli postanın gelmesi ve neredeyse birçok işlemin posta üzerinden gerçekleştiğini görmek şaşırtıcı, alışılmadık. Özellikle İstanbul'da doğup büyüdüyseniz, iyi ya da kötü diye ayırmadan alıştığınız kaos düzenininden, Avrupa'nın geneline bile çok kuralcı gelen bir sisteme ve topluma ayak uydurmak çok kolay değildi. Türklerin çoğunlukta olması da aynı şekilde hem avantajınız hem dezavantajınız oluyor. Bu durumu sürekli avantaja çevirmek sizin elinizde.
Toplumların hayata bakış açısı eğitimden sağlığa, spordan iş hayatına kadar tüm süreçleri etkiliyor. Endüstriyel devrimin tepesinde oturan ve doğal olarak buna bağlı tüm sektörlerde liderliğini gösteren bir toplumda, yeni gelişen dijital işler yapmakta hiç kolay değil. Özellikle dijital işler yapıyor ya da bir teknoloji startup'ını yönetiyorsanız. Eski üretim süreçleri ve buna bağlı iş yapış biçimlerinin mirası, Almanya'da dijital alanda iş yapmaya çalışmanın en büyük zorluğu diyebilirim. Özellikle yeniliğe bizim gibi aç, hızlı adapte olan kültürlerden geliyorsanız. Bulunduğunuz süre içinde en çok Amerikalıların ve Türklerin bu süreçlere itiraz ettiklerini gözlemledim. Ancak bunları da hayatta yeni bir zorluk ve öğrenme fırsatı olarak görmek gerekiyor ki, en azından ben öyle yaptım.
Hayat sürprizlerle dolu ve insan her yere alışabiliyor. Zaten milyarlarca yıldır hâlâ hayatta olabilmemizin sebebi bu değil mi? Dolayısıyla İstanbul'da hayatta kalmayı başarmış bizlerin, dünyanın herhangi bir yerine gidip yaşama ayak uyduramamasının çok zor olduğunu düşünüyorum.