Markalar hem iş modellerini hem de zihin yapılarını dönüştürmeli

Deeper Yönetici Ortağı İhsan Özçıtak: "İnsanların tükettikleri kadar varolduğu bir anlam dünyasının sonuna yaklaşıyoruz."

Dünyanın kaynakları hızla tükeniyor. Bilim insanları tüketimin bu hızla devam etmesi durumda, 2050 yılında dünyadaki tüm kaynakların tükenebileceğine işaret ediyor. Bugün “sürdürülebilirlik” kavramı çerçevesinde tartışılan küresel ısınmayı gündeme ilk getiren Birleşmiş Milletler, 2030 yılına kadar gezegeni korumak ve tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamayı hedefliyor. İklim koruma konusunda şu andaki politikaların değiştirilmemesi durumunda 28 yıl sonra, yani 2050 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlasının “çok yüksek su riski” olan bölgelerde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalabileceğine dikkat çekiliyor. 

Peki sürdürülebilirliğe yaklaşımımız ve ortak değer yaratmak için stratejiler neler olmalı? Son zamanlarda en çok telaffuz edilen sürdürülebilirlik kavramıyla ilgili, Deeper Yönetici Ortağı İhsan Özçıtak ile görüştük. 

Markalar  hem iş modellerini hem de zihin yapılarını dönüştürmeli
İnsanların tükettikleri kadar varolduğu, rekabetin ilerleme ve refah için tek geçerli çözüm olduğuna biat eden bir anlam dünyasının sonuna yaklaşıyoruz. Hem kaynakların tükenmesi anlamında hem de Doğu’da ucuza üretip Batı’da satma döngüsünün kırılması anlamında. Özellikle son 30 yılda hayatımızdan çıkan dayanışma kavramının önümüzdeki zor zamanlarda daha fazla karşımıza çıkmasını yen formlar kazanmasını bekliyorum. Markaların bu noktada hem iş modellerini hem zihin yapılarını dönüştürmeleri gerekecek. Bugün belirli sosyal konularda aksiyon alan markalar alkışlanıyor, ancak ileride bu aksiyonları rakipleriyle el el atmak durumundalar. Herkesin kendine bir marka davası “seçip” buradan sempati kazanmayı amaçladığı dönemin kısa süreceğini ve gerçek dayanışma ağları kurabilenlerin, kozmetik değil manalı katkılar değişimler üretebilenlerin ve bunu iş modellerine entegre edebilenlerin ilerleyeceğini düşünüyorum. 

Öte yandan bu kavramların toplumda genel kabul görmesi, özellikle gençler tarafından sahiplenilmesi güzel olsa da ihtiyaçlar hiyerarşisinde temel girdilerin sağlayamayan büyük kalabalıklar için önceliklerin farklılaşacağını da görmek gerekiyor. Örneğin Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi’nin geçen yıl yaptığı bir araştırmada gençler, çevresel konularda büyük hassasiyet gösteriyorlar. Fakat aynı gençler toplumsal refah için çevre konularında geçici ihlallere de büyük oranda destek vereceğini belirtiyor. Örneğin temiz enerji kullanmayı tercih edecek insanlar erişim ve finansal sorunlar yaşadıklarında önceliklerini enerjinin temizliğine değil bir şekilde evlerini ısıtmaya vereceklerdir. Bu noktada toplumsal yük bireylerin vicdanlarına ve sırtlarına yüklenemez. Başta kamu ve sivil toplum örgütlenmeleri ve onlarla paslaşacak özel organizasyonların toplumsal faydayı önceleyecek mekanizmalar kurması gerekir. İşte markalara da bu noktada hem aksiyon hem farkındalık anlamında işler düşecek. 

Özetle dayanışmayı önceleyenlerin kazan-kazan yaratacağı bir gelecek ümit ediyorum. Aksi halde hepimiz kaybedeceğiz.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir