Endişe ve öngörülemezlik arasındaki ilişkiye dair

Medina Turgul DDB Kreatif Direktörü Ahmet Terzioğlu: "Yapay zekâ da çok iyi, hatta harika bir fikir ve her geçen gün daha da harika oluyor. Bu da onu ve geleceğimizi öngörülemez kılıyor. Endişenizi anlıyorum ancak zafer, bu durumdan endişe duymayıp yaratıcılığa inanarak harika bir fikri daha harika fikirler yaratmak için kullananların olacak."

“Yaratıcı süreç inanılmaz derecede öngörülemezdir. 

Harika bir fikir tahmin edilemez”

-Jony Ive

İnsan zihni gibi yapay zekâ da pattern’leri takip eder. Tekrarları, kendi kendine zamanla oluşmuş keçi yollarını izler. Dağda bayırda herkes başka yöne giderken eşeklerin gittikleri yollar kıymetlidir. Çünkü her biri içsel bir deneyim tarafından haritalanmıştır. Tasarımcı buna kullanıcı deneyimi der. Reklam yazarı buna içgörü. Komedyen ise tabu. Sosyolog grup psikolojisi.

Bizim gibi davranan biriyle karşılaştığımızda yaptığımız ilk şey şaşırmak, sonra sinirlenmek ve bir noktadan sonra eleştirmek ve “Beni taklit ediyor yaaa” demek olur. Oysa sizle ilgili olmama ihtimali de vardır. Yapay zekâ sürecinde yaşadığımız şey bir rakiple, bir benzerle, saha kenarında bir yedek ısınmaya başladığında aklını kaybeden bir sporcudan farksız. Hangimiz daha fazla oyun süresi alacağız, hangimiz as olacağız, hangimiz yedek kalacağız, işte alın size yine veriye dayalı korkunç bir hikâye. Soruların yanıtı ne yaptığımıza göre değişiyor. 

Pattern’ler binlerce yıldır var. Hatta her şey palimsestlerle başladı. İlk kez düşüncelerimizi dile getirdiğimiz kağıt rulolarında. Arşivlerde duran eski metinlerde. Palimpsest kelimesi Latince palimpsestus kelimesinden türemiş. Antik Yunanca palímpsēstos, yani= 'tekrar' + 'kazımak' kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan bileşik bir kelime. Eskiden kağıttaki orijinal yazı kazınır ve yıkanır, yüzey yeniden düzeltilir ve yeni edebi malzeme kurtarılan malzeme üzerine yazılırdı. Antik Yunanlılar üzerine kalemle yazmak için balmumu kaplı tabletler kullanır ve balmumu yüzeyini düzleştirip yeniden yazarak yazıyı silerlerdi. Bu uygulama, yeniden kullanılabilen balmumu kaplı tabletler üzerine yazan Antik Romalılar tarafından da benimsenmişti. 

Eski metinler silinerek yeni metinler yazılırken, ilkel, tamamen low-tech bir derin öğrenme yaşanıyordu aslında. Kavramsal olarak birbirimizden öğrenip, bir yandan da unutarak ideal düşünce pattern’ini kağıt üzerinde yaratmaya çalışıyorduk. Binlerce yıl önce bunu yapıyorduk ve hem eskiyi öğreniyor, hem eskiden kurtuluyor hem de yıkıp yaparak yeniyi yaratıyorduk.

Büyük veri falan filan, bunlar yoktu ama büyük veriyi andıran büyük bir parşomen vardı. Her metni birbiri üstüne yazılan ve silinen, her yazan ve silenin kendi arasında pozitif ve negatif aktarımlarla ortayı bulduğu, takip edilmesi gereken doğru bir rota, yeni bir pattern oluşturan bireysel ama bir o kadar da kolektif bir yolculuk. Metinlerarası devasa bir direkt ve endirekt iletişim ağı. Bugün yaşadığımız şey bizden daha gelişkin bir zekânın, bizim sahip olduğumuzdan çok daha büyük bir arşivden beslenerek tekrar tekrar kendini silip yazıp yeniden yaratması. Her seferinde hatalarını düzeltip yeni şeyler keşfetmesi. Eski huylarından vazgeçmesi. Yeni özellikler kazanması. Nasıl anlatsam? Her gün terfi eden birinin Linkedin’ine bakmak, sınıfın en çalışkan çocuğunun, onun dehşet verici bir hızla sınavdaki soruları yanıtlamasını izlerken yanında oturmak, Jordan’ı izlemek, Nabokov okumak, Guardiola’nın taktiğini anlamak gibi. 

Özel bir sos
Ne diyorduk? Pattern’ler. Gerçekten de pattern’ler bir soruna dair olası çözümlerin bileşkesi olarak özetlenebilir. Yanlışlar ve doğruların kesişimi bir ufuk çizgisi oluşturur. Gitmeniz gereken rota çizgilerin sonunda bir yerdedir. İdeal çözümü; tüm kesişimlerin oluşturduğu en ideal rota bize gösterir. Sorunun karmaşıklık düzeyine göre pattern’leri keşfetmek, doğrularla yanlışları birleştirmek ve elemek zor ya da kolay olur. Bu nedenle tecrübe kazandıkça basit pattern’ler barındıran sorunlara çözüm üretmekten sıkılırız. Bazı oyuncaklar biz büyürken hayatımızdan çıkar. Bazı sorular sınıflar atladıkça geride kalır. Bazı görevler terfi ettikçe gündemimiz değişir. İyi de bu oyuncaklar, bu sorular ve görevler nereye gider? Yeni dünyada, en azından bir süre, o da terfi edip “sonraki adımına geçene kadar” yapay zekâya gidecek gibi duruyor. (Endişe içinde 6 ay kapatılsa mı, ne kadar çalışmasına ara verilse acaba düşüncelerinin kaynağı da bu olası terfi riski zaten.)

Konu hakkında en güzel görüşlerden biri her zamanki gibi Nick Law’a ait. Accenture Song'un Yaratıcı Başkanı Nick Law, geçtiğimiz günlerde “sıradanlığın artık bedava olduğunu” söyledi. Nick Law, gerçekten de haklıydı, çünkü yukarıda bahsettiğimiz geride bırakılan oyuncaklar, sorular ve görevler bir yere gitmeli. Teknoloji sayesinde ortalama işlere ve sonuçlara neredeyse anında ulaşabiliyoruz. Bu da bugünden itibaren aynı türden ve kaliteden (sanki hiiiiiç görmüyormuşuz gibi) bundan sonra daha da fazla sayıda iş göreceğimiz anlamına geliyor. Bundan sonra “yeterince iyi olmak ya da olmamak” sorunuyla uğraşacağız. Herkes aynı araçlara sahipse, o zaman ne yaparsınız? Bence bu soruya tam 6 yıl önce, herkes Snapchat vs. konuşurken bronz bir heykelle yine insanlar, yaratıcılıklarını kullanarak yanıt verdiler. Tıpkı ataları gibi palimpsesti sildiler, eski bir cümle olan “bronzdan heykeli” bu kez bambaşka bir cümle içinde yepyeni kelimelerle bir araya getirerek farklı bir bağlamda hayatımıza soktular. Fearless Girl’i güzel yapan şey, mobil yükseliyor diyenlerin yanında birilerinin heykel yaparak bir “dünya sorununa, bir eşitsizliğe” dikkat çekmesiydi. Fearless Girl, yeni bir soruna eski bir teknikle verilmiş korkusuz bir yanıttı. Çünkü herkesin elinde olan araçlarla verilecek yanıtlar, aslında soruları ortadan kaldırmıyor. Onların varolmaya devam etmesini sağlıyor. Kabul etmeseniz de herkesin elinde aynı veriler ve araçlar varken birileri farklı yanıtlarla yanınıza geliyor. İşte, o yanıtlar çok güzel, eski, hatta antika bronz bir kasede servis edilen özel bir sosa batırılıyor. O sosun adı “yaratıcılık”.

Yüzde 10’u aramak
Sturgeon Yasası “her şeyin yüzde 90’ı çöptür,” der. Ve işin kötüsü, haklıdır da. Amerikalı bilim kurgu yazarı ve eleştirmeni Theodore Sturgeon tarafından ortaya atılan bu satirik kural, bilim kurgunun eleştirmenler tarafından düşük bir edebiyat türü olarak görüldüğü bir dönemde, diğer alanlardaki çoğu çalışmanın da düşük kaliteli olduğu ve çok da farklı olmadığı gözleminden yola çıkarak, bugün artık dünyaya yön veren bilim kurgu türünü savunmuştu.  

Sturgeon, bu satirik kuralının tüm radikalliğiyle sıradanı hedef alır. Sıradan her alanda çok büyük bir yer kaplar. Gelir geçer. Çabuk tüketilir ve unutulur ama kapladığı yer her geçen gün büyür ve s olmayanı ortadan kaldırmak için elinden geleni yapar. Tercih edilme sebebi kolay üretilmesidir. Tost gibi. Ama yine de her ne olursa olsun, üretilirken el oyalar. Nick Law’un cümleleriyle “sıradanlığın bedava olduğu” müjdelenen yapay zekâ çağında, gerçekten de inkar edilen yaratıcılık sosunun kokusunu takip ederek aranan ve özlenen yüzde 10’u bulabiliriz. Yüzde 90’ı artık biz olmadan da üretmek mümkün olduğuna göre, yüzde 10’un kalitesini daha da yukarılara taşıyabiliriz. Yaratıcı işi yapacakken el oyalayan kısımları, ön araştırmaları, gereğinden fazla zaman alan tüm rutin süreçleri yapay zekâ kullanarak halledebiliriz. Konuya böyle bakınca keyifli bir ferahlama yaşayabiliriz. Tabii bunu istiyorsak.

Sturgeon’un bahsettiği yüzde 90’ı görmek için dahi olmaya gerek yok. Gelin şu yüzde 90’a yakından bakalım. Bugün ev dekorasyonlarının, film afişlerinin, kafelerin ve arabaların tamamı, yani yüzde 90 işte tam olarak böyle görünüyor.

Oysaki “zaman kazanmış” yaratıcılık beklenmedik olanı bize daha rahat sunabilir. Beklenen ve rutin süreçler yapay zekâ ile hızlandırılarak beklenmedik olanın peşinden daha çok gidilebilir. Çünkü yüzde 10 aslında ender olarak ortaya çıkan, ancak ortaya çıktığında yüzde 90’ı bize unutturan iyi, hatta harika fikirler. Ve iyi fikirlerin ortaya çıkma süreçleri de kendileri de öngörülemezdir. Temelde endişe duyduğumuz, sonumuzun geldiğini hissetmemize sebep olan şey de bu: Yapay zekâ da çok iyi, hatta harika bir fikir ve her geçen gün daha da harika oluyor. Bu da onu ve geleceğimizi öngörülemez kılıyor. Turing’den ChatGPT’ye gelişimizin hızı da sonuçları da öngörülemez. Endişenizi anlıyorum ancak zafer, bu durumdan endişe duymayıp yaratıcılığa inanarak harika bir fikri daha harika fikirler yaratmak için kullananların olacak.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir