Bireysel Olarak Marka Olmaya Çalışmak Ruhta Tahribata Yol Açar Mı?

BENİM ADIM BİR MARKADIR

İş hayatına girdiğim günden beri, kurumların markalaşma süreçlerinin ucundan kıyısından içerisinde yer aldım. Bu üzerine epey kafa yorduğum bir konu, sonuçta ekmeğimi bundan kazanıyorum. İlk günden beri, kafamda markalaşma adına şimşekler çaktıran diğer bir soru ise bir insanın markalaşması. Marka olabilmek için bütüncül bir pazarlama çalışması yapmak gerekiyor. Yani, temelinde bireyin kendini pazarlaması gerekliliği ortaya çıkıyor, eğer marka olmak gibi bir arzusu var ise…

Bugün yaşadığım bir olay, bu konuda çok uzun zamandır derinlerde kalmış olan yazma isteğimi tekrar gün yüzüne çıkardı. Birlikte çalıştığımız bir doktor hanım şu şekilde bir feryat attı. Gerçek isim vermemek faydalı olacak… “Benim adım Aydan Gürbüz, ben bir markayım…” aslında konuşması, marka olduğunu biraz daha vurgulayıp, ses tonunu yükselterek devam ediyor. Ama, en önemli kısmı almak yeterli olacaktır. Şartlar uygun olsaydı da, nasıl bir markasınız peki, diye sorabilseydim. Aslında kişisel marka oluşturmaya en yatkın mesleklerden biridir doktorluk. Zor bulunan bir çocuk psikiyatrisi uzmanı veya neredeyse yarım gün ameliyatta kalarak, organ nakli yapan bir cerrah iseniz, marka olmak çok daha kolay olacaktır. Ki, hemen aklıma 7-8 tane alanında marka doktor ismi gelmeye başladı. Bu, mimarlık, aşçılık gibi meslekler içinde geçerlidir. Aslında doktor hanım işini iyi yaptığını düşündüğüm bir kişi, hatta kardeşimin tedavisini zamanında kendisine emanet etmiştim. Ancak, işinizi iyi yapmak ile marka olmak arasında güçlü bir bağlantı olsa da, yeterli olmadığını hepimiz biliriz.

Aklımı kurcalayan bir diğer soru ise, bireysel marka yolculuğunun gerekliliği üzerine… Bir pazarlamacı olarak buna inansam da, bunun insan ruhunda bir tahribata yol açabileceğini düşünüyorum. Marka olmak için neleri feda edebiliriz veya yapmak istemediğimiz ne çok şeyi yaparız… Gerçekten kim olduğumuzla ilgili bir ikileme düşer miyiz?

Aslında insanın marka olma süreci, hep gözümüzün önünde oluveriyor. Bir ortama yeni girmiş olan bir kişi, kendi markasını anlatmaya başlar. Nasıl mı, birkaç örnek verelim;

  • Yirmi yıldır bu işin içerisindeyim. Sektör küçük. Beni çok kişi tanır. Bir yer edinmişimdir artık.
  • Anlaşabildiniz mi o şirketle, yöneticisi yakın arkadaşımdır, cebi var. İstersen arayabilirim.
  • Onlarla biz rakı masası arkadaşıyızdır. Bak rehberime hepsinin numarası var, görüyor musun.
  • Mezun olurken, üniversitede kalmamı istediler. Hocanın asistanıydım ben. Ama istemedim.

Eminim sizin örnekleriniz daha çoktur. Eski iş yerimde aslında bir marka olduklarını düşündüğüm iki kişiden biri olan, hanım yönetici ile aramızda şöyle bir konuşma geçmişti; “Neden gözlüğünüzü takmıyorsunuz. Bence, gözlük size yakışıyor. Sizin imajınız gözlüklü. İnsanların hatırında böyle kalıyorsunuz. Bence takın.” Bunun üzerine gözlüğümü devamlı takmaya başlamıştım.

Daha çok para kazanabilmek, itibar görebilmek, güzel kızlarla/erkeklerle takılabilmek, network elde edebilmek için hepimiz marka olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Ama, bu bazen çok yorucu olabiliyor. Akyaka’da sabah denize girip, kahvaltı yaptıktan sonra esen hafif rüzgarda, boş veriyorsun… Kendin oluyorsun, bir an için.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir