NBA’de her geçen gün yükselen yıldızımız Alperen Şengün’ün ‘Off Day’ serisine konuk olduğu video, Türkiye’de büyük ilgi gördüğü kadar beklenmedik bir tartışmayı da beraberinde getirdi. İstanbul’u tanıttığı, Türk mutfağının kültürel kodlarını anlattığı ve videonun sonunda “Rakı milli içkimizdir” cümlesini kurduğu bölüm, Türkiye’de bazı çevrelerin sert tepkisine yol açtı.
Tartışmanın büyümesi aslında yalnızca “rakı” kelimesi sebebiyle değil; Türkiye’nin global vitrine çıkmış bir temsilcisinin hangi ifadeleri kullanması gerektiğine dair uzun yıllardır süren gerilimli alanları da tetikledi. Ancak meseleye sadece politik düzlemden bakmak eksik olur. Bu olay, aynı zamanda; global iletişim, kültürel pazarlama ve kriz iletişimi açısından da anlamlı sinyaller taşıyor.
Alperen Şengün artık bir sporcu değil, bir “kültür temsilcisi”
Global spor arenasında milli bir oyuncu sadece kendi performansını değil, temsil ettiği ülkenin kültürünü, davranış biçimini, gastronomisini ve insan hikâyelerini de taşır. Alperen Şengün bugün ABD’de milyonlara ulaşan bir figür. Örneğin Off Day videosu kısa sürede:
- YouTube’da 300 bini aşkın,
- Instagram’da 1 milyonu aşkın
- Dünya basınında ise milyonlarca kişiye ulaşan bir içeriğe dönüştü.
Bu erişim, ülkelerin para harcayarak elde edemediği türden bir organik tanıtım gücü demek. Yani Alperen Şengün'ün her cümlesi, her görüntüsü aslında Türkiye’nin kültürel PR’ına dönüşüyor.
Türkiye’nin kültürel ihracatı: Yemek, şehir, gündelik yaşam ve ritüeller
Alperen’in videodaki misyonu neydi?
Türkiye’yi globale anlatmak. Bunu sporla yapmadı. Gastronomi, sokak kültürü, İstanbul manzaraları, rakı-balık geleneği ve arkadaşlık ritüelleriyle yaptı.
Bugün dünyada İtalya’nın şarabı, Japonya’nın sakesi, Meksika’nın tekilası, Kore’nin yemek programları veya İzlanda’nın doğal yaşam vlogları nasıl global bir ilgi alanı yaratıyorsa, Türkiye’nin de rakı-balık kültürü de insani, samimi, gündelik, içten bir kültür gösterme biçimi olarak aynı görevi görüyor.
İçeride kriz, dışarıda PR: İki Türkiye algısı
Tartışmanın en ilginç yanı ise şu: Türkiye içinde cümle politikleşti, tartışma sosyal medya ekseninde kutuplaştı. Türkiye dışında ise video, tamamen kültürel bir deneyim olarak tüketildi. Burada markalar için de geçerli olan bilindik bir prensip devreye giriyor: “Bir içerik iç pazar için kriz yaratırken dış pazar için fırsat olabilir.”
Alperen Şengün’ün sözleri, Türkiye’nin yıllardır anlatamadığı gastronomi ve yaşam kültürünü global arenada son derece doğal bir dille aktardı. Bu durum, dışarıda bir kriz algısı oluşturmuyor aksine bir merak, yakınlık ve olumlu algı yaratıyor.
İçeride tepki gösteren kesimlerin temel argümanı: “Milli formayı giyiyorsan daha dikkatli konuşmalısın.” Bu argümanın kendi içinde tutarlılığı olabilir; her ülke sporcularına benzer etik kurallar koyar. Fakat pazarlama ve küresel iletişim açısından baktığımızda:
- Sporcuların global iletişimde beklentisi samimiyet
- Markaların beklentisi otantiklik
- Dijital izleyicinin beklentisi doğallık
- Kültürel PR’ın etkili olması için ihtiyaç duyulan şey gerçek hikâye
Alperen’in söylemi tam olarak bu dört kavşağın kesişiminde duruyor. Video, bu nedenle hem viral oldu hem de Türkiye’yi olabildiğince “insani” bir çerçevede gösterdi.
Pazarlama açısından asıl soru şu: Bu tartışmanın Türkiye’ye zararı mı oldu, faydası mı?
Net cevap: Global arenada faydası oldu. Neden?
- Video hâlâ pozitif yorumlarla dolaşıyor. Türkiye gastronomisi konuşuluyor.
- Türk kültüründe “rakı-balık muhabbeti” gibi “ritüel merkezli yaşam tarzı” algısı güçleniyor.
- Alperen sayesinde Türkiye ABD’de “cool”, “sıcak”, “samimi” bir yer olarak yansıtıldı.
- İçerik milyonlarca izlenme aldı ve bu, devlet fonlu kampanyalarla dahi elde edilebilecek bir başarı değil.
Öte yandan iç tartışma, global izleyici için hiçbir önem taşımıyor. Dünyada kimse videonun Türkiye içindeki politik tepkilerini takip etmiyor. Bu nedenle bu tartışmayı Türkiye’nin dış iletişimi açısından bir kriz olarak değil, aksine çok değerli bir organik tanıtım fırsatı olarak görmek gerekiyor.
Türkiye’nin bugün globalde en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri, ülke imajını sert politik tartışmalardan çıkarıp insani hikâyelere, kültürel ritüellere, günlük hayata ve yaşam tarzına taşıyabilmek. Alperen Şengün de bunu istemeden başarmış durumda. Bu tartışma bizzat gösteriyor ki, Türkiye’nin marka algısını oluşturan şey yalnızca turizm kampanyaları değil, Türkiye'yi tanıtan, anlatan ve global sahnede doğal davranan insanlar. Bir NBA yıldızı olarak Alperen Şengün de tam olarak bunu yaptı. Türkiye için bugün en kıymetli iletişim, böylesine doğal, içten ve gerçek hikâyelerden çıkıyor.