Sadece teknolojiye bağlayamayacağımız bir değişim içerisindeyiz. Her zaman yeniye, son çıkan teknolojiye ya da uygulamaya adapte olmaktan ziyade değerlerimiz, yaşam tarzlarımız ve hayata bakış açılarımızdaki değişim ile teknolojiden ziyade toplumsal ve kültürel bir devinim içindeyiz.
Öyle ki hayat tarzlarımızı ifade etmeyi sevdiğimiz markalar da bu değişimin farkında. Teknolojiyi adım adım takip eden, tüketici kraldır anlayışı ile tüm çalışmalarının üstüne bizi koyan markalar için artık ‘sürdürülebilirlik’ kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin en önemli halkasını oluşturuyor.
Zamanla sürdürülebilirlik salt bir kurumsal sosyal sorumluluk faaliyeti olmaktan çıkarak adeta markalar için ‘üst bir amaç’ haline geldi. Çünkü faaliyetlerinde sürdürülebilir olan markalar iyi olmanın gücünü deneyimledi.
Sürdürülebilirliği bir çok bağlamda ele alabiliriz. İnsan ve çalışan haklarına saygılı ve çevreyi düşünerek atılan adımlar artık sadece kurumsal sosyal sorumluluk için değil. Çünkü artık markalar ‘iyi ‘olmanın, yaşam alanlarına, habitata zarar vermemenin, daha az tüketmenin, daha az müsrif olmanın olumlu etkilerini kendi işlerinde de keşfetmeye başladılar. Şöyle düşünelim; daha az israf etmek sana daha az maliyet olarak geri döner.
Unilever’in bu konuda 2010’dan bu yana sürdürüğü bir
Sürdürülebilir Yaşam Planı (Sustainable Living Plan) var. Bu plana göre; tüm markalarının tüketicileri daha akıllı alışveriş yapmaya iterek, iklim değişikliği, çevre kirliliği gibi insanlığın geleceğini tehdit eden konularda bilgilendirmeye, bununla beraber tüm operasyonları ve ürünlerindeki çevresel etkileri azaltarak iklim değişikliği ile savaşmaya başlayan Unilever, bu planı 2020’ye kadar sürdürecek.
Unilever gibi global markaların birçok karmaşık marka portfolyosu, farklı satış rakamları, farklı kültürlerde farklı hedef kitlesi bulunuyor.

Örneğin;
Omo- Kirlenmek Güzeldir diyor. Kirlenince daha çok çamaşır yıkamanın doğaya vereceği zarardan ziyade, çocukluk yaşlarından doğa ile iç içe ve etkileşimde olmanın önemini vurguluyor.
Dove- Tek bir güzellik prototipi olduğu ön yargısını yıkmak ve bunun yarattığı özgüven zedelenmesini tamir etmek için çalışıyor ve klişelerde sıyrılarak
Özgün Güzelliğin önünü açıyor.
Lipton Sürdürülebilir bir çay tarımı için çay aldığı çiftçileri bilinçlendiriyor, Türkiye’deki tüm çaylarının 2018’e kadar
Yağmur Ormanları Sertifikalı olmasını hedefliyor.
Aynı zamanda
Knorr da Sürdürülebilir Tarım projesi ile tüketiciyi toprağı sevmeye davet ediyor. Tüm sebze kaynaklarının sürdürülebilir olmasını hedefliyor.
Sürdürülebilirlik doğayı düşünen bilinçli tüketici profilinin gelişmesi ile daha da önem kazanmaya başlayacak. Evrenin yüzleşeceği çevresel felaketleri belki bizler görmeyebiliriz ama çabalarımız gelecek kuşakların daha iyi koşullarda yaşaması için markalar ve tüketiciler işbirliğinde ortak olmalı.
Siz ne dersiniz?