Şimdi değilse ne zaman?

Hill&Knowlton Strategies/ Medya İlişkileri Direktörü, İletişim Danışmanı Mete Gürkan: "Dünyamızda iklim krizi ve buna bağlı olarak su sorunu gün geçtikçe büyüyor. “Şimdi değilse ne zaman” haykırışları hiç olmadığı kadar güçlü artık. Bir yandan bu kriz ve sorunlar en çok da kadınları vuruyor. Artık hem bireysel yaşamlarımızda hem de markaların, liderlerin kendi yolculuklarında her adımı, her süreci ekolojik ve feminist bir süzgeçten geçirmesi gerekiyor. Ekolojik ve feminist mücadele bizlere çok ilham verebilir."

Dünyanın gündeminde su var. Su kaynakları dünyada sürekli azalıyor. İklim krizi çapını, etkisini büyütürken veya daha doğrusu insan türü iklim krizini derinleştirirken, bir yandan hem kendi geleceklerimiz hem de ileriki kuşakların geleceği daha da kararıyor. Geçtiğimiz Kasım’da 27’ncisi gerçekleşen COP27 2022 zirvesinde de en önemli gündemlerden biri Su konusu isi. Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentindeki zirvede birçok başlık ele alınırken, bu başlıklar arasında Küresel Su Sorunu ve Kadın&Cinsiyet Eşitliği konuları ise başı çekti. 

Zirvede dünyanın farklı coğrafyalarında kadınlar; iklim krizini gündemde tutabilmek adına kadınları ve gençleri merkeze alan, güvenilir ve yenilikçi bir iklim politikası ve finansmanı talebinde bulundular. İklim değişikliği toplumsal cinsiyet nötr bir mesele değil. Kadınlar, iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha yüksek risk altındalar ve yoksulluk arttıkça daha ağır bedeller ödemek zorunda kalıyorlar. Dünyadaki yoksulların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Kadınlar karar alma süreçlerine ve işgücü piyasalarına eşit katılım gösteremiyorlar. Bunun sonucunda iklimle ilgili planlamalara, politika oluşturmaya ve uygulamaya katkıda bulunamıyorlar. Dünyadaki su sıkıntısının, en çok kadınları etkilediği de konferansta dillendirilen diğer bir konu idi. 

Buna rağmen kadınlar sürdürülebilir kaynak yönetimi ve sürdürülebilir uygulamalarda öncü bir role ve deneyime sahipler. Kadınların karar alma ve uygulama süreçlerine katılımı arttıkça yurttaşların ihtiyaçlarına daha fazla yanıt verildiğini, yerel topluluklar arasında işbirliğinin arttığını ve daha sürdürülebilir bir barış ortamı sağlandığını tüm dünyada deneyimleniyor.

Gelin, bu yazıda bu konuya, bu krizden niye kadınların daha çok etkilendiğine ve niye artık hem bireysel hem kurumsal yaşamlarda ekofeminist bir bakışla hareket etmemiz gerektiğini konuşalım. 

Dünyada afetlerin yüzde 90'dan fazlası suyla ilgili
Su kıtlığı günümüzde en büyük küresel sorunlardan. Dünyadaki insanların yaklaşık yüzde 40'ı su kıtlığından etkileniyor; BM Genel Sekreteri'nin geçen yılın başlarında belirttiği rakamlar durumun vahimliğin ortaya koyuyor. Atık suyun yüzde 80'i arıtılmadan çevreye atılıyor ve afetlerin yüzde 90'ından fazlası suyla ilgili. İnsan kaynaklı iklim değişikliği, yalnızca küresel su döngüsünde önemli değişikliklere yol açarak, kuraklıklar ve hızlı buharlaşma nedeniyle değerli sıvıyı kıt hale getirmekle kalmıyor, aynı zamanda şiddetli yağış olaylarının sıklığını artırıyor ve buzulların erimesini hızlandırıyor.

BM Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından yayınlanan yeni bir rapora göre ise, yalnızca 2021'de Asya'da toplam 100'den fazla doğal afet olayı meydana geldi ve bunların yüzde 80'i sel ve fırtına olayları oldu. Diğer yandan, milyardan fazla insan için ana tatlı su kaynakları olan Himalayalar ve Tibet Platosu buzullarının hızla geri çekilmesiyle, geleceğin kıta için neler getirebileceğine dair endişe verici bir senaryo da çiziliyor. 

Su için birçok uzman, birçok aktivist artık “Ya Şimdi ya da Hiçbir Zaman” deniyor.  Davranışlarımızı, tutumlarımızı, eylemlerimizi, yönetişimimizi ve su etrafında örgütlenme şeklimizi gerçekten değiştirmemiz gerektiği ısrarla belirtiliyor. 

Yaşadığımız orman yangınları, sel felaketleri, aşırı hava olayları tesadüf değil. İklim krizi kapımızda değil, evimizde, odamızda, oturduğumuz yerde, neredeysek tam da orada. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından açıklanan Ağustos 2021 tarihli rapora göre, radikal önlemler alınmadığı takdirde küresel ısınma kritik 1.5 °C eşiğini geçecek deniyor.

İklim krizinden kadınlar daha fazla etkileniyor
Toplumları etkileyen her sorun gibi iklim değişikliğinin sonuçları da, etkilenen kişinin konumuna, milliyetine, cinsiyetine, refah koşullarına, kimliğine ve dünyanın neresinde bulunduğuna göre de değişiyor. Popüler bir deyişle “coğrafya kader” olabiliyor.

Genel olarak, kadınların geçim kaynakları dünyanın farklı bölgelerinde halen doğaya daha fazla bağımlı. Birleşmiş Milletler verilerine göre, gelişmekte olan ülkelerde gıda üretiminin yüzde 45’ten yüzde 80’lere varan oranlarda kadın çiftçiler gerçekleştiriyor. İklim krizinin etkilerinden bahsederken, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeleri aynı şartlarda değerlendirmediğimiz gibi, yıkıcı etkilerle yüzleşmek zorunda kalan topluluklara da toplumsal cinsiyet perspektifinden yaklaşmamız gerekiyor. WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından yayınlanan toplumsal cinsiyet konulu rapora göre, toplum hafızasının en derin katmanına yerleşmiş toplumsal cinsiyet rollerini dikkate almadan çevre sorunlarına bütüncül yaklaşım göstermek mümkün değil. 

Toplumsal cinsiyet rolleri iklim krizinin etkisini daha da artırıyor
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin baskın olduğu toplumlarda eğitime erişemeyen kadınlar tarıma yöneliyor. Kuraklık, azalan su kaynakları, aşırı hava olayları ve kıyı bölgelerinin sular altında kalma ihtimali ise hem gıda güvenliğini, hem de geçimi tarıma bağlı kadınları riske atıyor. İklim değişikliğine bağlı olarak toprağın verimi azaldıkça, kadınlar daha uzun çalışma saatlerine rağmen daha az gelir elde ediyor. Atanan toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak daha çok kadınlar tarafından üstlenilen gıda, temiz içme suyu, yakacak temini ve ev işleri her geçen gün zorlaşıp uzuyor. Bu da kadınların ve kız çocuklarının eğitime daha az zaman ayırması anlamına geliyor. İklim krizine bağlı olarak deniz seviyesinin yükseldiği veya aşırı hava olaylarının görüldüğü yerlerde ise insanlar göçe zorlanıyor. Zorunlu göç, açlık, fakirlik gibi sorunlar aile içi şiddet olaylarını artırıyor.

Göç, açlık, fakirlik ve de şiddet 
İklim krizinin ne yazık ki erkek şiddetiyle de bağlantısı var. Krize bağlı olarak deniz seviyesinin yükseldiği veya aşırı hava olaylarının görüldüğü yerlerde ise insanlar göçe zorlanıyor. Zorunlu göç, açlık, fakirlik gibi sorunlar aile içi şiddet olaylarını artırıyor. 2019'da BM Kalkınma Programı (UNDP) Uganda'nın sulak bölgelerinde geçimleri tarıma bağlı bir toplulukla ilgili incelemelerde bulundu. BM yetkilileri bunun yanında ilginç bir veriyle karşılaştı. Nitekim iklim değişikliği sonrası kadınlara uygulanan şiddet olaylarında artış vardı. Yetişkin kadınlar ve kızlar çocuklar, yiyecek ve su bulabilmek için kurak mevsimlerde uzun yolculuklar yapmak zorunda kaldı. Bu esnada çiftçiler, toprak sahipleri, ve tüccarlar tarafından cinsel tacize maruz kaldılar. Ev kadınları bu uzun ve zorlu yolculuklar sonrası stres ve yorgunluk sebebiyle eve döndükleri zaman cinsel isteksizlik yaşadı. Kocaları ve partnerleri de onlara şiddetle karşılık verdi. Diğer bir büyük sorun ise genç kızların evliliğe zorlanması. Maddi zorluklarla karşılaşan aileler kızlarını erken yaşta evlendiriyor. Yine BM'in yaptığı birçok araştırmaya göre, aşırı derece kuraklık yaşayan, fırtına ve doğal afetlerden etkilenen toplumlarda birçok aile kız çocuklarını koruyamayacakları ya da onlara bakamayacakları endişesiyle onları erken yaşta evlendiriyor. İklim krizi sonucu yaşanan göç ve ekonomik sorunlar sonrası ailelerin yaptığı ilk şeylerden bir tanesi kız çocuklarını okuldan almak oluyor.

Kadınlar doğal afetlerden daha çok zarar görüyor
Yaklaşık 53 farklı araştırma sonucuna göre, iklim krizine bağlı gelişen olağan dışı hava olayları ve doğal afetlerde ölen ya da yaralanan kişilerin 3'te 2'sini kadınlar oluşturuyor. Birleşmiş Milletler (BM) iklim krizi nedeniyle yerlerinden edilenlerin yüzde 80’inin kadınlar olduğunu açıkladı. Yine BM’ye göre, iklim krizine bağlı felaketlerde, kadınların ve çocukların ölüm riski erkeklere göre 14 kat daha fazla. Birleşik Krallık merkezli bir çevre örgütü olan Women’s Environmental Network’ün hazırladığı rapora göre, iklim krizine bağlı sebeplerden dolayı her yıl 10 binden fazla kadın hayatını kaybediyor.Tüm bu rakamlar bize şunu gösteriyor. Gezegenimizin, üstünde yaşam olduğu bilinen tek gezegenimizin, dünyamızın bu denli yokoluşa sürüklenmesinin en büyük sebeplerinden biri de ataerkillik ve de patriyarka.

İklim krizlerine en yürekli karşı çıkış da kadınlardan 
İklim krizinden en çok etkilenen kadınlar iken, iklim krizine karşı sesleri en fazla çıkanlar da, ya  da en yürekli karşı çıkışı sergileyenler de yine kadınlar oluyor. Karadeniz kadınının mücadelesini gözönüne getirin. Onların inadını, direncini. Kadınların iklim mücadelesi çok daha inançlı ve inatçı bir yerde devam ediyor. Kadınların bulunduğu yere aidiyet hissinin daha fazla olması da bunda etkenlerden biri. Kadınlar, dünyada da iklim krizinden en fazla etkilenen kesimlerden biri iken, mücadele kısmında da en ön saflarda gördüklerimiz oluyor. 

İklim mücadelenin feminist hali: Ekofeminizm
Türkiye’de ve dünyada artarak devam eden doğa tahribatı ve iklim krizi nedeniyle çevreciler yeni çözüm yolları ve mücadele arayışını ise aralıksız sürdürüyor. Bu mücadele alanlarından biri ise son yıllarda gittikçe öne çıkan, etki alanını artıran Ekofeminizm.  

Dünyamız için bu kritik kavramı, ekofeminizmi ilk kez 1974 yılında duyuyoruz. 1974 yılında Fransız feminist Françoise d’Eaubonne tarafından ilk olarak dillendirilen ekofeminist yaklaşım, ekolojik tahribat ve toplumsal cinsiyet sorunu arasında bir bağlantı kurarak bu problemlere çözüm bulmayı hedefledi. 

Ekofeminizm iki temel ilke üzerinde kuruluyor. Ekofeminist bakış açısı ikinci dalga feminizmle birlikte ortaya çıkıyor ve kadın ve doğanın tarihsel olarak birbirine çok yakın ve benzer olduğunu savunuyor. Ataerkil sistemin kadınlar ve doğa üzerinde olumsuzluklar yarattığını vurguluyor. Ve bu sistem bozulmalı deniyor. Ekofeminist aktivistler kadınları ve çevrecileri birlikte hareket etmeye hem kadınlar hem de doğa üzerinde kurulan ataerkil düzeni yıkmaya davet ediyor.

Kadınlar büyük ekolojik uyanışın liderleri olacak
Ekofeminizmin tarihinden iki örneği de verelim burada. Chipko Hareketi. Chipko Andolan, 1970’lerde Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Uttarakhand eyaletinde başlamış. Bu hareketi başlatan çevreci aktivist Sunderlal Bahuguna, ormanların korunmasına dair bu hareketi tüm dünyaya duyurmuş. Bu hareket, Hindistan'da şiddet kullanmayan çevre direnişlerine, pasif çevre direnişlerine öncülük etmiş ve o tarihten sonraki birçok benzer protestoya ilham kaynağı olmuş. Omurgasını kadınların oluşturduğu hareket yıllar içinde ekofeminist bir harekete evrilmiş. Bir diğer büyük hareket ise Kenya’nın Nairobi kentinden. Bu kentte, çoğu kadın, binlerce insan tarafından Yeşil Kuşak Hareketi isimli sivil toplum örgütün kurulmuş. Bu örgütün öncüsü olan çevreci ve siyasi eylemci Profesör Wangari Maathai, 1977 yılında örgütün kurulmasına dair gerekli olan ilk adımı Kenya Ulusal Kadınlar Konseyi’nin yardımıyla atmış. Bu örgüt, geçim kaynaklarının iyileştirilmesi, toplumun güçlendirilmesi ve daha iyi bir çevre yönetimi için çalışıp çok büyük kazanımlar elde etmiş. Ekofeminizm işte böyle bir temel üstünden yükseliyor ve dünyanın birçok yerinde kadınlar hem özgürlükleri hem de dünyanın geleceği için mücadele ediyorlar, doğa için, diğer canlılar için, kaynaklar için, su için. 

Kısacası, artık ne bizler kendi bireysel hayatlarımızda, ne markalar iş dünyasında, ne liderler kendi yolculuklarında, her konuyu, dünyayla ilgili her konuyu ekolojik ve cinsiyet eşitliği gözlüğü takarak o süzgeçten geçirmeden hareket edemezler. Dünyaya karşı sorumluluğumuz tarihte olmadığı kadar büyük.  Halen hiçbir şey için tamamen geç değil. 

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir