Akıllara kazınan kampanyalar, dillere dolanan sloganlar, unutulmayan tasarımlar… Yaratıcı zekâlarıyla sektöre adını kazımayı başaran kreatif isimlerin ilk işlerine yer verdiğimiz İlk Profesyonel Çalışmam serimizin konuğu Rafineri Kreatif Direktörü Tolga Suna’nın hikâyesi sizlerle...
Kalkıyor Üsküdar - New York... Hemen kalkıyor
“Sosyoloji öğrencisiydim. Metallica - Slayer olayı kesinleşmişti. Üzerine bir de Rammstein eklenmişti. Çok keyifliydik. Her gün yeni küçük kemikler keşfeden bir arkeolog gibiydim. Her gün öğreniyordum.”
Haydi bir ters köşeyle başlayalım: İlk profesyonel çalışmam reklam değildi. Sosyoloji öğrencisiydim. Kendimi ararken bir gazetede muhabir olarak buldum. Sektörde çoğu arkadaşımızın ilk basılan şeyi ilandır, benimse gazetenin önemsiz sayfalarının arasındaki bir haberdi. Bir başlık, altında adım, altında arkeoloji üzerine bir yazı. Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçerken yanımda bir amca gazetenin o sayfasındaydı. Amca, sayfayı kayıtsızca çevirdi, heyecanı bende kaldı.
Konumuza dönelim: Sosyoloji öğrencisiydim. Sonisphere konserinin haberleri yeni yeni düşmeye başlamıştı. Metallica diyorlardı, bir kez daha... Slayer, bir kez daha... Heyecanlıydık. Bir yandan gazetecilik denemiş, beğenmemiştim. “Reklamcılık” dediler. Deneyelim dedim. Güzel Sanatlar reklam ajansında müşteri temsilcisi olarak staja başlamıştım. Sektörde ilk profesyonel çalışmam yaratıcı ekibe yolladığım bir e-postaydı. E-postalar arasında tezimi yazmaya çalışırken gazeteden niye kaçtığımı düşündüm. Aynı his birikmeye başlamıştı. Üsküdar’a her indiğimde karşıya geçmemek için bahaneler bulmaya çalışıyordum. Ajansta yaratıcıların yanına her indiğimdeyse “keşke burada daha çok takılsam” diyordum ama nasıl yaparım bilmiyordum. Stajımın üçüncü ayında yalvararak eski ajansımda yeni işime başladım.
Sosyoloji öğrencisiydim. Metallica - Slayer olayı kesinleşmişti. Üzerine bir de Rammstein eklenmişti. Çok keyifliydik. Her gün yeni küçük kemikler keşfeden bir arkeolog gibiydim. Her gün öğreniyordum. Müthiş insanlarla tanışıyordum, müthiş markalara kafa yoruyordum. Tam o sırada senior yazarım işten ayrıldı. Bu sektörde işler böyle yürüyormuş. Bir anda tek başımaydım. Bir tarafta her şey, bir tarafta ben. O gün kreatif direktörüm olan çok sevdiğim bir ağabeyim “ya yüzeceksin ya boğulacaksın bu iş böyledir” demişti. Boğulmadım ama... Tam olarak yüzemedim de. Ama çok iyi çırpındım ki bu işin yüzde doksanı emek vermektir. Çırpınanlar her zaman kazanır. Suya düştüğü gibi yüzenlerse bir noktada yüzmekten sıkılır. O yüzden çırpınmak iyidir.
Konumuza dönelim; o zamanlar “viral” kelimesi yeni çıkmıştı. “Viral” diyordu herkes. “Viral bir video yapalım.” Superonline için bir viral çalıştık. Kampanya basitti, Superonline abonesi olanlara New York seyahati hediye ediyordu. İnternette boşuna aramayın bulamazsınız diye yazayım her gün bir şekilde misafiri olduğum Üsküdar’dan ilhamla bir film yaptık. Üsküdar sahilden direkt New York’a minibüs kaldırdık: “Kalkıyor Üsküdar - New York... Hemen kalkıyor.” Telefonların çok akıllı olmadığı bir dönemdi. Belki bugün yapılsa daha bir viral olurdu, zamanında olmadı.
Sormasanız ilk işimi hatırlamazdım, bulamadım bile. Evet, ilk işler önemlidir. Ama daha önemli olan ikinci işlerdir. Üçüncü işlerin ikinci işleri geçmesidir. Dördüncü işin güldürmesidir. Beşinci işin şov yapmasıdır. Çünkü reklamcılık, bu zihin işleri, bu akıl numaraları, bu yorgunluk; büyük bir çırpınıştır. Ve çırpınanlar, elbet yüzmeyi öğrenir.