"Post-truth" kelimesi, sosyal medya, internette birlikte hayatımızı sosyal ve siyasi olarak manipüle etmeye başlayan, “gerçekten” uzaklaşmış, algı yönetim sistemidir.
Gerçeklerin yerine, tamamen duygusal iddialarla halkın bakış açısını yönlendiren bu akım, Donald Trump’ı da zafere götüren bir yaklaşımdır.
Oxford sözlüğünde bile yer edinen bu kavram, bakınız nasıl açıklanmış: Nesnel gerçekler, kamuoyunu şekillendirmede, duygu ve kişisel inanca itiraz etmekten daha az etkilenir.
Peki, bizim gibi iletişimi, pazarlamayı, bilim ve ilim irfan sevdalıları olarak temelleri gerçek içgörülere, rakamlara ve değerlere dayandırmak isteyen kesimler için bu kavram ne ifade ediyor…
Yalancının mumu yatsıya kadar değil, yönlendirene kadar yanıyor…
2008 yılı itibariyle, ekonomik anlamda dengesizliği daha da netleşen dünyamızda kişisel gelirler arasında ciddi boşluklar/gapler oluşmaya başlamıştır. Orta direk giderek yok olmaya, fakirler ve zenginler gibi uçlar oluşmaya başlamıştır.
10 yıl öncesinde, 2 kişinin çalıştığı hanelerde, çocuklar rahatlıkla okutulurken, bir yandan da ev kredileri ödenebilmekteydi. Bugün geldiğimiz noktada, aile bireylerinden ikisi dahi çalışsa da, ev almak mı çocukları iyi bir okulda okutmak mı seçimleri ortaya çıkmıştır.
Hal böyle olunca, hayıflanmalar başlamış ve halk ele avuca sığacak mı acep, ayaklanma olur mu hezeyanları dünya politikacıları arasında konuşulmaya başlamıştır.
Biliyoruz ki, rakamlarla ikna edilemez noktaya gelen halka, yeni bir aşı gerekiyordu. Bu aşının adı da sosyal medya oldu.
Huzur içerisinde çemkirebildiğimiz, değiştiremesek de söylendiğimiz, fikrimizin dinlenmediği iş/aile içerisindeki egolarımızı tatmin ettiğimiz, “benim fikrim en şahanesi” hissi üzerine inşa etmeye başladığımız, fikrimize muhalefet edeni blocklama/unfollow etme şansımızın olduğu bir platformla oynarken, gerçek sorunlardan nispeten uzaklaştırıldık.
Bir filozof, bir edebiyatçı, bir eleştirmen, bir siyasetçi hatta bir ünlü olabileceğimiz sosyal medya, sadece pazarlama dünyası için değil siyasetçiler için de bulunmaz bir nimet oldu.
"Yalan haberler", “ kaynağı araştırılmamış veriler” online kültürün bir parçası haline gelirken, gerçekle- bilim kurgu arasındaki çizgi giderek silikleşmeye başladı. Bu sosyal bölünmelere, bilgi kirliliğine neden olmaya başladı.
Aslını faslını okumadığımız, sadece referansla paylaştığımız bilgiler, sayfalarımızda gün be gün çoğalıyor. Bu da hem markalar hem de toplumsal kutuplaşmalar için ciddi bir tehlike yaratıyor.
Hz. Google’ın icadını unutmaya başladık. Sadece birkaç tuşla, gerçeğe ulaşabilecekken, iddialarla hareket etmeye, yalanı “gerçek” sanmaya başladık. Twitter’da gördüğümüz tüm verileri, detaylı bir araştırma ile aynı güvenilirlik içerisinde değerlendiriyoruz.
Günümüz felsefecileri durumu şöyle yorumluyorlar: “Her şey görecelidir. Hikâyeler her zaman uyduruluyor - gerçek gibi bir şey yok. Bunun gerçeğe aykırı olarak dolaylı yoldan filtrelediğini görebilirsiniz.”
Diyeceğim odur ki, aklı başında, özellikle teknoloji, telekomünikasyon alanlarında hizmet veren bir lider markanın, hızlı şekilde “sosyal medya okuryazarlık” eğitimlerine başlaması elzemdir. Aksi halde, gerçek olmayan içeriklerle, hem markalar hem de toplumlar zarar görmeye devam edecektir.