İş yaşamının yeni kodları

Araştırmacı - Yazar Evrim Kuran: "Gençler, iş dünyasına ‘Beni geliştir, gelişimime destek ol ve lider olarak ilham ver’ diyor. Dolayısıyla şirketlerin eskisi gibi çok çekici markalar, prestijli büyük ve dev yapılar olmaları, finansal güçlerinin iyi olması artık yeterli unsur değil."

Dünya nüfusu 7,5 milyarı geçti, yaş ortalaması ise 30’un üzerinde. Dünya nüfusu değişiyor ve günümüzde yaşayan kuşak sayısı artıyor. Yaşanan bu değişimi “Demografik Devrim” olarak adlandırıyorum. Demografik devrim, birlikte yaşayacak, öğrenecek, birlikte tüketici ve öğrenci olmayı deneyimleyecek birbirinden çok farklı kuşakların aynı ortamda bulunacağı anlamına geliyor. Yaş ortalamaları yükselecek ve insan ömrü uzayacak. Dolayısıyla bizim bir kurumda çalışma süremizde uzayacak. Yeni bir iş anlayışı ve yaşam kodu olmak zorunda.

2080’lerde dünya 10 milyarlık bir küresel köy halini alacak ve bu 10 milyarın içerisinde çok farklı kuşaklar birlikte yaşayacak. Yaşanan bu değişimde öğrencileri 21. yüzyılın mesleklerine hazırlayabilmek adına eğitimcilere, kural koyuculara büyük görevler düşüyor.

2000 yılından bu yana kuşaklarla, gençlerle ilgili; son 10 yılda ise ‘Türkiye’nin En Çekici İşverenleri’ üzerine kapsamlı araştırmalar yürütüyoruz. Son araştırmalarımızın sonuçlarına baktığımızda gençler, iş dünyasına ‘Beni geliştir, gelişimime destek ol ve lider olarak ilham ver’ diyor. Dolayısıyla şirketlerin eskisi gibi çok çekici markalar, prestijli büyük ve dev yapılar olmaları, finansal güçlerinin iyi olması artık yeterli unsur değil. Gençler, kendilerini ifade edebilecekleri, geliştirebilecekleri, ilerleyebilecekleri, nefes alabilecekleri ortamlar arıyor. İlham veren, liderliğin ve şirketin anlamlı bir amacının olmasının da her geçen sene Türkiye’de önemli hale geldiğini görüyoruz. 

Altmıştan fazla ülkede araştırma yapıyoruz. Dolayısıyla başka ülkelerle Türkiye’yi de karşılaştırma imkânına sahibiz. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde meslek ve şirket seçiminde iş güvencesi önemli bir unsur olarak görülürken Türkiye’de hâlâ ‘iş güvencesi’ çok önemli bir kriter. Gelişmiş ekonomilerde yaşayan gençlerin, meslek seçiminde yaratıcılıklarını kullanabilecekleri, kendilerini görev zenginliği ve çeşitliliği içinde bulabilecekleri alanlara yöneliyorlar. Yaratıcılık ve pazarlama zekâlarını, keyifli içerik üretme yeteneklerini geliştirecekleri firmalar onlara daha çekici geliyor. Girişimcilik onlar için varılacak bir hedef konumunda. 

Türkiye’de her yıl 50 binden  fazla genç ile gerçekleştirdiğimiz araştırmamız her yıl artan biçimde Türkiye’nin genç yeteneklerinin istihdamdaki ana meselesinin güvenlik ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Bu sebeple Türkiye’de son birkaç yıldır kamu kurumlarına ve daha az rekabet gerektirdiği varsayılan işlere olan ilgi artıyor. Bir diğer yandan da uluslararası fırsatlar sunan kurumlarda kariyer yapma ilgi ve beklentisi de artıyor.

İlginç bir karşılaştırmadan bahsedeyim size: Eğitim sisteminin mükemmelliği ile hepimizin ilgi odağı olan Finlandiya’da gençlerin şirketlerden eğitim ve gelişime dair beklentileri bizdekinin yarısı kadar. Bizde ise okuldan yeni çağ yetkinlikleri ile mezun olma olasılığının düşüklüğünü bilen gençler şirketlere "Lütfen beni eğit" diyor. Yanı sıra öngörülebilir kariyer yolu, çalışana saygı ve yaratıcı ve dinamik bir iş ortamı da beklentileri arasında. 

Türkiye OECD ülkeleri arasında eğitim veya iş ortamında olmayan gençler sıralamasında şampiyon. Dolayısıyla gençlik istihdamı gibi çok ciddi bir meselesi olan bir ülkede işveren markalarına yatırım yapan, anlamlı bir çalışma yaşamı hakkında sözler veren kurumlar sadece ticari varoluşlarını sürdürebilmek için bu yatırımları yapmıyorlar; belki farkında değiller ama bence gençlik istihdamına katkı koyarak çok da kutsal bir iş yapıyorlar. 

İşveren markası dediğimiz kavram esasında organizasyonel kültürün yeni çağda yeniden tanımlanmış hali. En yalın haliyle, kurumlar tüketicilerine ve tüketici markalarına verdikleri önemi ya da müşterilerine ve kurumsal markalarına verdikleri önemi, çalışanlarına ve işveren markalarına da verirlerse içeride ve dışarıda uyumlu mesajları olur. Özü sözü bir hale gelirler. Daha itibarlı olurlar. Ve yetenek kıtlığının böylesi arttığı bir dönemde kültürel dokularına en uygun çalışanlara daha kısa sürede, daha az sancılı biçimde erişirler. 

İşveren de yaratıcı ve dinamik gençler aradığını söylüyor ama her fırsatta onları kurallara uymaya davet etmekten de geri durmuyor.  Değişen dünyanın sancılarına paralel, işverenler sektör fark etmeksizin hızla değişen şartlara dayanıklı ve çok çalışan gençler istiyorlar. İşverenlerin hala üniversite kriterleri var. Belirli üniversiteleri tercih ediyorlar. Ve mutlaka yabancı dil şartı da var.

Esneklik, sentez, bağlantısallık ve kuvvetli empati; iş yaşamının yeni kodları… Bunlar olmadan yeni çağda sadece iş yaşamında değil evde de mutlu olmak çok kolay değil. Esas konu; olumlu çalışan deneyimi tasarlayabilmekte ve günlük çalışma yaşamını daha az ızdıraplı hale getirebiliyor. BCG’nin dünya çapında yaptığı iş yaşamında mutluluk sağlayan faktörler araştırmasının sonuçları çok net: İlk sırada işinin takdir edilmesi, ikinci sırada iş arkadaşlarınla iyi ilişkiler ve üçüncü sırada iyi bir iş yaşam dengesi var. Mutlu çalışan, diğer mutlu çalışanlara örnek teşkil ediyor ve sonuç mutlu müşteriler oluyor.

Y Kuşağı demografik devrim yolunda taşları yerinden ilk oynatanlar olarak kuşaklar sahnesindeki yerini aldı. Z Kuşağıda Y Kuşağı’nın araladığı kapılardan girecek olan şanslı bir kuşak. Y Kuşağı’nın sorgulamak suretiyle yerinden oynatmaya başladığı geleneksel sistemler, umarım ki Z Kuşağı’na daha hazırlıklı hale gelecek. Bu iki kuşağın dev bir küresel köyün dijital vatandaşları olmak gibi ortak özellikleri var elbette. Ama Z Kuşağı bence yaşam tarzı ve hayatı ele alış biçimi ile belirgin farklılıklarla geliyor. Tüketimde, iletişimde, yaşamsal beklentilerde daha sade, daha sakin, daha net bir kuşak bekliyorum.

Z jenerasyonu kendi içeriklerini yaratma fırsatı isteyen ve bu sebeple artık sunduklarımızın tüketicisi değil türeticisi olmayı talep eden yepyeni bir kuşak. Y Kuşağı döneminin ‘tüketici merkezliliği’nden sonra Z Kuşağı ile ‘bağlam merkezli’ dönem başladı. Bu durum müdürleri, öğretmenleri, fikir liderlerini, markaları, şirketleri sahnedeki bilge kişilik olmak yerine kolaylaştırıcı bir rehber olmaya zorluyor. Yani, eğitimden tüketime, üretimden iletişime her süreçte hegemonyanın ezberleri bozulacak ve fark yaratmak değil de birlikte değer yaratmaya odaklanılacak. 

İş hayatına girmeye başlayan ve öğrenmenin sorumluluğunu alan bir kuşak olan Z Kuşağı için bizlere düşen sistemik olarak bunlara izin vermemiz olacaktır. Hem ebeveyn hem de eğitimciler olarak bu çocukların öğrenme ortamlarını dizayn etmelerine izin vermemiz ve sorumluluk almalarını sağlamamız önemli.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]