Yazın kavurucu sıcağında bir nebze serinlemek isteyenler için hazırladığımız özel listemizle karşınızdayız. Yolların tozunu attıran, serin rüzgarların peşinden giden ve unutulmaz maceralara atılan karakterlerin hikâyeleriyle sizleri buluşturuyoruz. İçinizi ferahlatacak, sıcak günlerde serin bir esinti gibi gelecek filmler için hazır mısınız? Yola çıkıyoruz!
GasolineRainbow (2023)
Yetişkin Hayatından Önceki Son Çıkış!
Amerika hakkında çektikleri belgeselleriyle tanınan Ross Kardeşlerin, ilk kurmaca filmi Gasoline Rainbow; liseden yeni mezun olan bir grup gencin Pasifik kıyılarına vararak okyanusa ulaşmak için kendilerini yollara vurduğu bir film. Ross Kardeşler, her ne kadar ilk kez kurguya başvurmuş olsalar da daha önce oyunculuk tecrübesi hiç olmayan gençlerle çalışmış ve ellerine asla bir text vermemişlerdir. Böylece belgesel ile kurmaca arasındaki sınırda gidip gelen film, yol boyunca farklı kentlerde mola veriyor. Oregon eyaletini adeta baştan sona kateden gençler, yaz mevsiminin avantajlarını da dezavantajlarını da deneyimliyorlar. Güneşin altında kan ter içinde yürürken bir işkenceye dönüşen yaz, yıldızların altında uyurken ise şefkatini sunuyor. En önemlisi ise evden gitmekle eve özlem duymak arasında gidip gelen her biri ayrı bir trajik hayat hikâyesine sahip bu gençlerin sadece partileyerek her şeyden uzaklaşmak, bir süreliğine de olsa her şeyi unutmak istemeleri yürek burkan cinsten.
Tuba BÜDÜŞ
AmericanHoney (2016)
Yollarda Bulurum Seni…
American Honey’i, bir yol ya da bir büyüme hikâyesi ama en önemlisi Amerikan gençliğinin portresi olarak tanımlamak mümkün. Filmde kamera, aslen odağına Star’ı ve yaz mevsimi nedeniyle fazlasıyla cömert davranan doğayı yerleştiriyor. American Honey, tıpkı isminde olduğu gibi Amerika’nın esas özünün (temsili olarak Star) adım adım özgürleşmesine ortak ediyor seyirciyi. Andrea Arnold; kimi zaman baş döndürücü müzikler ve yaz güneşinin hipnoz edici ışıltıları nedeniyle sarhoş edici bir video klibe, kimi zaman sosyo-ekonomik vaziyetle meselesi olan politik bir filme, kimi zaman da doğaya olan ilgisi ve kamera kullanışıyla belgesel filme dönüşebilen bir yapıma imza atıyor. Doğanın mutlak uyanık olduğu yaz mevsiminde çekilen ve final sahnesindeki yeniden doğuş anı ile zihinlere kazınan film; ABD topraklarındaki tüm kaybeden, ötekileştirilen, kenara itilip çizgi dışı olarak addedilen gençlerle özdeşlik kurmayı, ilk aşkı, doğayı, havayı, suyu deneyimleyip keşfetmeyi ama en önemlisi kendini bulmayı vadediyor.
Tuba BÜDÜŞ
InJuly (2000)
Nehirleri Geçip Dağları Aşmak
Yaz temasının en popüler filmlerinden biri olan In July, Fatih Akın’ın Duvara Karşı (2004) öncesi rüştünü ispatladığı yapımlardan biri olarak dikkat çekiyor. İki gencin Almanya’dan Türkiye’ye uzanan yolculuğunda önemli temalardan bir diğeri de aşk olarak ele alınmaktadır. Lisede fizik öğretmeni olan Daniel ve bohem hayat tarzını benimsemiş July’nin zorlu yollardan geçen hikâyesi, filmin dinamik yapısını takip eden bir ivmeyle aşka dönüşüyor. In July, temmuz sıcağında hayatında sadece bir kez gördüğü Melek’e âşık olan ve peşinden onu bulmak için İstanbul’a giden Daniel’in hikâyesi gibi görünse de yolculuğun July perspektifi daha aktif bir rol oynuyor. Güçlü ve kendinden emin bir kadın olarak tasarlanmış July, 2000’li yılların neo-hippi akımının temsilcisi olması bakımından da önemli bir karakter. Genelde göç ve aksanlı sinema kavramlarıyla üzerine onlarca tez yazılan Fatih Akın, In July’de sıcacık bir yol hikâyesini odağına alıyor.
İrem YAVUZER
The Red Colored Grey Truck (2004)
Renklerin Geçirgenliği
Yugoslavya’nın 1991 yılında dağılmaya başlamasını ve siyasi gerilimini karikatürize bir dille anlatan The Red Colored Grey Truck, renk körü Ratko’nun ehliyet alamadığı için illegal yollarla yaptığı şoförlük fantezisine odaklanmaktadır. Obsesif bir şekilde kamyon tutkunu olan genç adam çaldığı kırmızı renkli kamyonla kazara Suzanna’ya çarpar. Kriz anını avantaja çeviren Suzanna ise kendisini Dubrovnik’e bırakması için Ratko’yu etkisi altına alır. Büyük bir talihsizlik sonucu hayatları kesişen çift, birlikte yola devam etmeye karar verir. İç savaş, ekonomik problemler, kavurucu sıcaklar ve dağılmak üzere olan bir ülkenin kıskancında kalan Suzanna; hiç tanımadığı bu adama güvenmek zorundadır. Dönemin Yugoslavya’sından kesitler sunan film, olaylara tarafsız yaklaşmayı seçen önemli anti-militarist yapımlardan biri olarak dikkat çekmektedir. Özellikle savaşın gölgesinde kadın olarak tüm bunları yaşarken bir de hiç beklemediği bir anda âşık olmak, zıtlıkların yarattığı ahenk olarak karşımıza çıkar.
İrem YAVUZER
Moonrise Kingdom (2012)
Özgürlük ve Bağlanmak Üzerine
Yaz aylarının sıcak renk paletinden çıkmış bu filmde, yaşlı çam ağaçlarıyla dolu New Penzance Adası’nda yaz kampına gelen ve akranlarınca dışlanan izci bir erkek çocuk ile adada yaşayan ve hayatından son derece bıkmış olan genç bir kız çocuğunun herkesten habersiz çıktıkları sıra dışı yolculuğa eşlik ederiz. İzci ekibi, kız çocuğunun ailesi, ada polisi ve sosyal hizmetler görevlisi ilk başta onları durdurmak ve eski hayatlarına geri getirmek için ellerinden geleni ardına koymayacaktır. En başından itibaren yaşanacak olan fırtınanın beklentisiyle gerilim yükselirken, yazın yollarda olmaya dair o tanıdık nostalji hissinin her anında hissedildiği film, özgürlük ve bağlanma kavramlarına çok boyutlu bir bakış sunmaktadır. Bill Murray, Bruce Willis, Tilda Swinton ve Edward Norton gibi oyuncuların yer aldığı ansambl kadrosuyla olduğu kadar Wes Anderson’ın masalsı anlatımıyla da dikkati çeken Moonrise Kingdom son derece keyifli bir seyir vaat etmektedir.
Selin TANYERİ
Pierrot Le Fou (1965)
Son Romantik Çiftin Güneye Yolculuğu
Hayatından, evlilik ve aile yaşantısından bezmiş işsiz Ferdinand, gangsterlerin peşine düştüğü eski sevgilisi Marianne ile birlikte sıkıcı dünyasından kaçarak alışılmışın dışında bir yolculuğa çıkar. Godard’ın deyişiyle bu “son romantik çift” politikadan sanata, felsefeden var oluşa, hayatın şartları, ön kabulleri, fırsatları ve tercihlerine dair absürt bir etkileşim içinde Güney Fransa sahillerine uzanır. Fransız Yeni Dalgası’nın en önemli yapıtlarından biri olan Pierrot Le Fou’nun başrollerinde ahenklerine hayran bırakan Jean-Paul Belmondo ve Anna Karina ikilisi yer almaktadır. Pierrot Le Fou, yaz mevsiminin üzerinde ışıldadığı Fransız Rivierası semalarında gözümüzü alamayarak izlediğimiz; dahası yolculuklarına hem akışkan diyaloglarını yakalamaya çalışarak hem de var oluş biçimlerinin anlamlarını zorlayarak dâhil olduğumuz, sonundaki nihilist ve ironik belirsizliğin bize kaldığı bir yol filmidir.
Selin TANYERİ
Little Miss Sunshine (2006)
Kaybetmek Ya Da Keşfetmek
Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in yönetmenliğini üstlendiği Little Miss Sunshine, dışarıdan bakıldığında sıradan sayılabilecek bir Amerikan ailesini odağına alıyor. Yedi yaşındaki küçük kızları Olive’in, ülkenin diğer ucundaki güzellik yarışmasına katılmak istemesiyle eski bir minibüse atlayarak yola çıkan aile, bu süre boyunca hem kaybetme fikriyle yüzleşiyor, hem de hep birlikte aile olmayı yeniden keşfediyor. Amerikan bağımsız sinemasının bugün dahi en bilinen örneklerinden olan film, özgün ve samimi hikâyesine ek olarak başarılı oyunculuklarıyla da adından söz ettiriyor. Little Miss Sunshine, yer yer absürdizme kayan olaylar silsilesiyle, birbirinden çok farklı aile bireylerinin ilişkilerine odaklanan bir yol filmi.
Nazlı Esen ALBAYRAK
Thelma & Louise (1991)
Güçlü Kadın Meselesi ve Şiddet
Yönetmen Ridley Scott'ın en meşhur filmlerinden olan Thelma & Louise, kimi eleştirmenlerce feminist bir yol hikâyesi olarak yorumlanırken yer yer anti-feminist söylemlere de maruz kalmaktadır. Son derece mutsuz bir hayata sahip olan ev kadını Thelma ile monoton hayatından ve erkek arkadaşından sıkılmış Louise'in hafta sonu tatili için şehir dışına çıkmasıyla başlayan film, aynı zamanda kadınlar arasındaki dostluğun en güzel örneklerinden birini gözler önüne seriyor. Yolculukları boyunca başlarına gelen olaylarla kendilerini birer kanun kaçağı olarak bulan ikili, bambaşka kişilere dönüşmelerinin yanı sıra birbirlerinin ailesi hâline geliyor. Thelma & Louise, iki kadının özgürleşme sürecini anlattığı hikâyesinin sonunda izleyicileri şaşırtmayı da başarıyor.
Nazlı Esen ALBAYRAK
Elveda Berlin (2016)
Sen Büyümeye Bak!
“Hayat varılacak bir yer değil, yolculuğun kendisidir.”
Fatin Akın’ın yönetmen koltuğunda oturduğu film, bir edebiyat uyarlamasıdır. Wolfang Herrndorf’un 30 dile çevrilmiş kült romanı, beyazperdeye eşsiz bir yolda büyüme hikâyesi hediye ediyor. Berlin’de yaşayan ve kendilerini tamamen köksüz hisseden Andrej ve Tchick, sıkıntıdan öldükleri bir yaz gününde hiç beklemedikleri bir yolculuğa çıkarlar. Çaldıkları arabayla çıktıkları yolda başları beladan hiç kurtulmayan kahramanlarımız, vardıkları noktada artık aynı çocuklar değillerdir. Mentör görevini başarıyla yerine getiren Tshick, kendi yolunu çizmek için kadrajdan çıkmıştır. Problemleriyle yüzleşmiş, özgüvenini kazanmış ve büyümüş olan Maik ise gelişimini tamamlamıştır. Görünmez sıradan bir karakterden, popüler, ulaşılması zor bir ‘kahramana’ dönüşmüştür. Fatih Akın filmde gençliğin tüm tuhaf hâllerini, yanılgılarını, eğlencesini bir araba yolculuğuna sığdırıyor. Vodka, domuzlar, araba kazası, kusmuklar ve şarkılar; absürd gençlik komedisini eşsiz bir hâle getiriyor.
Ekin TANERİ
Limonata (2015)
Yolda Tanışmak: Başka Bir Kardeşlik Hikâyesi
Ali Atay'ın ilk uzun metraj filmi Limonata, birbirini hiç tanımayan iki zıt kardeşin beraber çıktıkları bir yolculuğun hikâyesini anlatıyor. Sakıp ve Selim; babaları aynı, anneleri farklı olan, birbirini hiç tanımayan iki kardeştir. Babaları ölüm döşeğindeyken Sakıp'a abisi Selim'i bulup ona getirmesini vasiyet eder. Yolculuk bu istek üzerine başlar. Makedonya'dan İstanbul'a, İstanbul'dan Makedonya'ya uzanan bu yolda, birbirini hiç tanımayan ve hiç de benzemeyen iki kardeşin keyifli, komik ve bir o kadar da hüzünlü hikâyesini izliyoruz. Limonata'yı; İstanbul, yol ve Makedonya olmak üzere üç ana bölümde incelemek mümkün. İstanbul ve yol bölümlerinde Serkan Keskin ve Ertan Saban'ın enerjisi hiç düşmeyen, eğlenceli performansları filmi bambaşka bir yere taşıyor. Birbirleriyle didişmeleri sırasında izleyici onları çok daha yakından tanıyor. Makedonya bölümü ise temponun biraz düştüğü, eğlencenin yerini biraz da hüzne ve çözülmelere bıraktığı bölüm olarak karşımıza çıkıyor. Limonata, eğlenceli ve hüzünlü hikâyesi, başarılı sinematografisi ve renkli karakterleriyle Türkiye sinemasının yüz akı ilk filmlerden biri.
Ekin TANERİ
Nomadland (2020)
Gitmek Zorunda Kalanlar…
Fern, kocası vefat ettikten ve kasabası ekonomik kriz ile sarsıldıktan sonra göçebe olarak yaşamanın daha iyi olacağını düşünerek bazı eşyalarını bir minibüse dolduruyor, geri kalanını bir depoya bırakıyor ve yollara düşüyor. Fern'in yolculuğu boyunca, Amerika'nın değişen doğasını, Batı'nın muhteşem manzaralarının kalıcılığına karşı görüyoruz. Nomadland sıradan bir yol filmi olmaktan ziyade “gitmek zorunda kalanların” yol filmi. Kişisel kayıplarımızı içimizde taşımanın ağırlığı ile yola devam etme gücünü kendimizde bulmak ile ilgileniyor. Fern için mükemmel bir seçim olan Frances McDormand, karakterin her şeyini kaybettiği geçmişinden kaçışını ve her kaçışında bir sonraki varış noktasına doğru ilerleyişini melankolik bir tınıyla ekrana yansıtıyor.
Günsu AKÇATEPE
C’mon C’mon (2021)
Çocukluğa Ve Geleceğe Dair Bir Şiir
Joaquin Phoenix’in bir radyo gazetecisi olan Johnny’i canlandırdığı C’mon C’mon’da, Amerika’da yaşayan ve çocuklarla dünyanın belirsiz geleceği üzerine röportajlar yapan Johnny’nin kardeşi Viv, Johnny’den sekiz yaşındaki oğlu Jesse ile ilgilenmesini istiyor. Viv'in bu isteğini kabul eden Johnny, yeğeni ile Los Angeles, New York ve New Orleans da dâhil olmak üzere Amerika genelinde bir yolculuğa çıkarak aralarında sürpriz bir bağ geliştiriyor. Film; bağlar, ilişkiler, yetişkinlik, çocukluk ve gelecekle yüzleşme hakkında bir hikâye ve hepsi Mike Mills tarafından mükemmel bir şekilde bir araya getiriliyor. Johnny’nin ülke genelindeki çocuklara gelecek hakkında sorduğu sorular, aslında bu ailenin iyileşmesine ve daha evrensel anlamda derin bir iyileşmeye dair umut verici bir vizyon sunuyor.
Günsu AKÇATEPE