Fil'm Hafızası'ndan kadınların mücadelesine ayna tutan 10 film

Fil'm Hafızası, azim ve kararlılıkla toplumsal normlara karşı duran kadınların mücadelesini anlatan ilham veren belgeselleri bir araya getirdi.

Hayatın karmaşasında, yalnız başına yol almaya çalışan, engellerle ve toplumsal baskılarla mücadele eden kadınlar, yalnızca bizim için değil, senaristler için de güçlü bir ilham kaynağı. Toplumda derin izler bırakan, kalplere ve zihinlere kazınan bu kadınların hikâyeleri, hem sinemada hem de gerçek hayatta büyük yankılar uyandırıyor. Her biri, insanın içindeki gücü bulma ve ona inanma yolculuğunu anlatırken izleyenlerin hayatına dokunan, düşündüren ve ilham veren bir etki bırakıyor.

Fil'm Hafızası, toplumsal normlara karşı cesurca mücadele eden kadınların hikâyelerini keşfetmeye davet ediyor. Kadınların fiziksel, zihinsel ve duygusal zorluklarla nasıl yüzleştiklerini, kendilerine olan inançlarını nasıl güçlendirdiklerini ve bu azimle toplumsal bariyerleri nasıl aştıklarını gözler önüne seren her bir hikâye, izleyiciyi kendi sınırlarıyla da yüzleştiriyor ve içindeki potansiyeli keşfetmesi için ilham veriyor.

Keyifli seyirler!

Witches (2024)

Kolektif Bilinçle Gelen Uyanış!

Bizzat yönetmen Elizabeth Sankey’in kendi hamilelik sürecini ve annelik deneyimlerini samimi bir dille aktardığı Witches, eril tahakküm tarafından kadınların tarih boyunca maruz kaldığı dışlanmayı, canavarlaştırılmayı ve “cadılık” yaftasıyla yaşadıkları zulmü günümüzle buluşturuyor. Sankey, yalnızca ağır postpartum süreçlerinden geçmiş kadınlarla konuşmakla kalmıyor, aynı zamanda kolektif belleğin derinliklerine inerek etkileyici bir arşiv çalışmasına da imza atıyor. İncelikli bir arşiv taramasının ürünü olan kurmaca görüntülerle desteklenen gerçek anlatılar, geçmişle bugünü ustalıkla harmanlıyor. Yönetmenin hem bireysel hem toplumsal bir uyanışı temsil eden bu filmi, anne olan ya da olmayan tüm kadınlara iyi gelecek, sarsıcı olduğu kadar iyileştirici bir izleme deneyimi sunuyor.

Tuba Büdüş

Varda by Agnès (2019)

Sanat Dünyasının İlham Perisi

Varda by Agnès, Fransız Yeni Dalga sinemasının öncüsü Agnès Varda’nın sanatsal mirasını kendi sözleriyle aktardığı etkileyici bir belgeseldir. Altmış yıllık üretim sürecinden örnekler, sahneler ve kişisel anekdotlarla zenginleşen yapım, Varda’nın sinemaya ve sanata duyduğu tutkuyu gözler önüne serer. Yönetmen, sinema anlayışını “sinema yazımı” olarak tanımlar ve bu yaklaşımıyla sanatın ifade özgürlüğü üzerindeki gücünü vurgular. Sinema sanatına dair eğitici ve ilham verici bir ders niteliğinde olan belgesel, özellikle kadın sinemacılara ilham vermeyi amaçlar; eril yapılar içinde var olmaya çalışan kadınların yaratıcılığına bir övgüdür. Varda by Agnès, hem ustalıklı bir anlatı hem de yaratıcı kadınlara adanmış güçlü bir ilham kaynağıdır.       

Tuba Büdüş

My Stolen Planet  (2024)

Çalınan Diyarın Ötesinde

Farahnaz Sharifi’nin otobiyografik bir tarzda gerçekleştirdiği My Stolen Planet, İran devriminin ardından hayatlarını değiştirmek zorunda olan birçok kadının sesi niteliğindedir. Devrim, yaklaşık bir ömürdür kadınlar üzerinde ağır yaptırımlara neden olmaktadır. İran’ı kendi anılarında kaldığı tarzda sevdikleriyle birlikte yaşadığı dönemleri aktararak ele alan yönetmen, geçmişe ve hiç yaşayamadığı özgür geleceğe adeta sessiz bir ağıt yakıyor. Bireyin ev ve aile arasında kurduğu aidiyet, günümüz yapılanmalarında en çok devlet politikalarıyla desteklenmesi gerekirken İranlı kadınların çoğu en yoğun tekinsizliği anavatan olarak adlandırdığı ülkelerinde yaşıyor. Sharifi’nin bireysel anıları ve ülkesinden topladığı görüntülerle hayata geçirdiği My Stolen Planet hayatı çalınan tüm kadınlara kolektif bir hafıza sunuyor.

İrem Yavuzer

Between Revolutions (2023)

Devrimler Arasında Kaybolmak

Kadının özgürce yaşayabilmesinden bahsediyorsak eğer bu bir devrimdir. Between Revolutions tıp öğrenimi için Bükreş’te tanışan Zehra ve Maria’nın kıtaları aşan dostluğuna odaklanmaktadır. 1979 yılındaki İran devrimi, Zehra’yı ülkesine dönüp mücadele etmeye zorlar. Ülkesindeki kadınlarla birlikte direnmek ister; ancak bir daha Bükreş’e, okuluna ve en sevdiği arkadaşı Maria’ya dönemez. İki yakın dostun yıllar süren arkadaşlıkları mektuplar üzerinden devam eder.  Zehra sıkı İran yönetimiyle mücadele ederken Maria da kendi ülkesindeki eril siyasete direnmeye çalışır. İki kadının hüzün ve özlem dolu mektupları 70’li yılların sert siyasal iklimiyle birlikte harmanlanarak seyirciye aktarılır. Zehra ve Maria, asla pes etmeden yeniden buluşacakları günün hayaliyle yaşamlarına devam ederler. Çünkü kadının olduğu her yerde umut da vardır.

İrem Yavuzer

Miss Representation (2011)

Kadın Olmanın Görünen Yüzü

Yönetmenliğini Jennifer Siebel Newsom’un üstlendiği Miss Representation, medyanın kadınları nasıl kalıplaştırdığını ve yaratılan temsillerin genç kızların hayallerinden kadınların liderlik rollerine kadar her şeyi nasıl şekillendirdiğini ele alıyor. Film; politika, iş dünyası ve medya sektöründe yer alan güçlü kadınların yanı sıra, toplumun güzellik ve başarı standartlarıyla mücadele eden genç kızların hikâyelerine de yer vererek izleyicinin karakterlerle duygusal bir bağ kurmasını sağlıyor. Röportajlar ve istatistiklerle medyanın kadınlara dayattığı sınırlamaları sorgulayan belgesel, izleyicisini farkındalıkla birlikte bir değişimin parçası olmaya çağırıyor. Miss Representation, yalnızca bir eleştiri değil, aynı zamanda umut ve dönüşüm için güçlü bir çağrı.

Nazlı Esen Albayrak

The Woman Who Loves Giraffes (2018)

Kadın, Zürafa ve Yolculuk

Alison Reid’in yönettiği The Woman Who Loves Giraffes, hayvan bilimci Anne Innis Dagg’in ilham verici yaşam öyküsünü anlatıyor. Jane Goodall ve Dian Fossey gibi isimlerden önce, 1956 yılında tek başına Afrika’ya giderek zürafalar üzerine bilimsel araştırmalar yapan Dagg, öncü çalışmalarına rağmen akademide cinsiyetçilikle karşılaşır ve hak ettiği takdiri uzun yıllar göremez. Film, Dagg’in geçmişteki yolculuğunu arşiv görüntüleriyle yeniden canlandırırken onun yıllar sonra hak ettiği değeri bulmasını ve bilimsel mirasını sahiplenmesini samimi bir dille aktarıyor. The Woman Who Loves Giraffes, bir bilim insanının hikâyesi olmanın yanı sıra, tutkuyla inandığı yolun peşinden giden herkes için ilham verici bir anlatı.

Nazlı Esen Albayrak

The Only Girl in the Orchestra (2023)

Orkestradaki Tek Kadın

The Only Girl in the Orchestra, erkeklerin egemen olduğu bir orkestrada öne çıkan genç bir kadın müzisyenin hikâyesini anlatır. New York Filarmoni Orkestrası’nın yüz dört müzisyenlik kadrosuna 1966 yılında girerek orkestranın ilk daimî kadın üyesi olan Orin O’Brien’ın yeğeninden dinlediğimiz bu hikâye, kontrbas sanatçısının zorluklarla ve önyargılarla karşılaşmasına rağmen, olağanüstü yeteneğini, kararlılığını ve dayanıklılığını gözler önüne seren ilham verici yaşam öyküsünü perdeye yansıtır. Cinsiyet eşitsizliği, hırs ve azim temalarını ele alan The Only Girl in the Orchestra, müzisyenin içinde bulunduğu toplulukta eşit olarak tanınma yolculuğunun sonunda saygı duyulan bir müzisyen olarak yerini nasıl kazandığını aktarmakta olup 2025 yılında Akademi Ödülü’ne layık görülmüştür.

Selin Tanyeri

He Named Me Malala (2015)

Vazgeçmeyen Aktivist

He Named Me Malala, kız çocuklarının eğitim haklarını savunduğu için Taliban tarafından vurulan Pakistanlı genç kadın aktivist ve 2014 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi Malala Yousafzai'nin hayatını konu alan bir belgesel yapımdır. Filmin ismi, Malala'ya efsanevi bir Afgan kahramanın adını vererek onu değişim için pes etmeyen bir savunucu olmaya teşvik eden babasından esinlenilmiştir. Film Malala’nın iyileşme sürecini, ailesinin desteğini, eğitim ve kadın hakları savunuculuğu ile küresel bir üne nasıl kavuştuğunu anlatır. Belgesel, kişisel röportajlar, Malala’nın hayatından ve aile ilişkilerinden görüntüler aracılığıyla onun yolculuğunu, karşılaştığı zorlukları, en temel haklarından mahrum bırakılanların sesi olma konusundaki sarsılmaz kararlılığını beyazperdeye taşır.

Selin Tanyeri

Overseas (2019)

“Ekonominin Kahramanları” Modern Köleler

Sung-a Yoon'un Overseas belgeseli, Filipinli kadınların dadılık eğitimi sürecini ve ailelerinden uzakta geçirecekleri zorlu hayatı konu alıyor. Denizaşırı Filipinli İşçiler olarak adlandırılan bu kadınlar, her yıl evlerinden ayrılıp dünyanın farklı yerlerine çalışmaya gidiyorlar. Belgesel, bu kadınların devlet tarafından "ekonominin kahramanları" olarak görülmesine rağmen, kendi çocuklarını geride bırakmak zorunda kalmalarını ve yaşadıkları sömürüyü eleştiriyor. Overseas, Filipinli kadınların dayanışma ve mizahla hayata tutunma öyküsünü anlatırken, aynı zamanda modern kölelik kavramına da dikkat çekiyor. 

Ekin Taneri

Les Plages D'agnès (2008)

Varda’nın “İkinci Çocukluğu”

“İnsanların içi incelense, manzaralar bulunur orada. Bana gelince, içimi açarlarsa eğer, plajlar bulurlar.” Agnès Varda, Les Plages d'Agnès ile kendine özgü bir otoportre-belgesel yaratıyor. Anılarının izini sürdüğü sahillerde, iç dünyasının kapılarını aralıyor. Les Plages d'Agnès Varda'nın sinema kariyeri, özel hayatı ve sanatsal arayışlarını kapsayan, Fransız Yeni Dalga'ya da ışık tutan bir belgeseldir. Hafızayı ana tema olarak kullanan Varda, plajları zaman kapsülü gibi değerlendiriyor, geriye doğru yürüyerek zamanın akışına meydan okuyor. "İkinci çocukluğu" olarak nitelendirdiği bu film, yaşamı kutlayan, anıların gücüne vurgu yapan, dokunaklı ve ilham verici bir deneyim sunuyor.

Ekin Taner

All the Beauty and the Bloodshed (2022)

Nan Goldin’in Fotografik Çığlığı

Laura Poitras’ın Venedik’te Altın Aslan kazanan belgeseli All the Beauty and the Bloodshed, yalnızca ikonik fotoğraf sanatçısı Nan Goldin’in hayatını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda sanat ve aktivizmin nasıl iç içe geçebileceğini de gözler önüne seriyor. Film, Goldin’in özgün fotoğraf arşiviyle, opioid krizine karşı yürüttüğü mücadeleyi paralel bir anlatıyla sunuyor. Poitras, Goldin’in kişisel travmalarını ve sanatının doğuşunu anlatırken, onun Purdue Pharma ve Sackler Ailesi’ne karşı verdiği savaşın izini sürüyor. Sanatçının, ağrı kesici bağımlılığı nedeniyle ölümün eşiğine gelen binlerce insan adına başlattığı direniş, yalnızca bir sanatçının politikleşme süreci değil, bir adalet arayışı olarak da dikkat çekiyor. Hem içsel bir portre hem de kolektif bir başkaldırı hikâyesi olan belgesel; Poitras’ın keskin sinema diliyle, Goldin’in arşiv fotoğraflarını ve eylemlerini güçlü bir kurguda buluşturuyor. Görsel hafıza ile politik eylemi aynı potada eriten bu belgesel, çağdaş sanatın ve aktivizmin kesişim noktasında, sarsıcı bir anlatı sunuyor.

Günsu Akçatepe

Bye Bye Tiberias (2023)

Kökler, Sürgün ve Hatıralar…

Bye Bye Tiberias, kişisel bir hafıza yolculuğu üzerinden Filistinli kadınların kuşaklar boyu süren direncini anlatıyor. Filmin merkezinde, yönetmenin annesi olan ünlü oyuncu Hiam Abbass’ın İsrail işgali altındaki topraklardan ayrılışı ve ardından ailesiyle olan bağlarını yeniden keşfetme süreci yer alıyor. Soualem, Abbass’ın hikâyesini dört kuşak kadın figürüyle iç içe geçirerek, sürgünün bireysel ve kolektif etkilerini inceliyor. Arşiv görüntüleri, aile videoları ve samimi röportajlar; bir yandan kişisel bir anlatı oluştururken, diğer yandan Filistin’in tarihine dair derin bir tanıklık sunuyor. Bye Bye Tiberias, hafıza ve aidiyet kavramlarını görsel bir şiirsellikle ele alıyor. Lina Soualem’in duygusal ama mesafesiz sinema dili, izleyiciyi yalnızca bir ailenin değil, sürgünde yaşayan milyonların hikâyesine ortak ediyor. Film, hem bir vedayı hem de geçmişle kurulan yeni bir bağı, incelikli bir sinematografiyle anlatıyor.

Günsu Akçatepe

            

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir