Ben Small Datacıyım. Ya Siz?

Yıllardır pazarlama camiasında big data kavramı adeta bir fetiş haline gelmiş durumda. Özellikle dijital pazarlamacılar geleceği big datanın şekillendireceğini anlatıp duruyor. Konferanslarda bunun hakkında konuşmayanı ayıplıyorlar. Ha bir de “bu sene mobilin yılı olacak” tespiti var. Onu söylemeyeni dövüyorlar!

Big datanın bazı faydalarını inkar edecek değilim. Elbette bunca insan yanılıyor olamaz. Ancak pazarlamada çoğu zaman işe yaramayacağına inanıyorum. Big data insanların rasyonel davranışlarını ve söylemlerini ölçer. Oysa ben insanların satın alma kararı verirken rasyonel davrandıklarına inanmıyorum. İnsanlar çoğu zaman irrasyonel kararlarına rasyonel kılıf uydururlar. Örneğin pahalı bir araba alan kişilerin, satın alımı yaptıktan sonra internette o arabayla ilgili satın almadan öncekinden çok daha fazla arama yapması, bu kararına rasyonel gerekçeler bulma çabasından başka bir şey değil bana kalırsa.

Bakın dünyanın en önemli marka gurularından Martin Lindstrom ne diyor: Dünyadaki en büyük markaların bazılarında çalışıp, büyük veri ve sinirbilimini kullanarak müşteriler hakkında edindiğim öngörülere baktığımda, küçük (minik, alışılmadık ve bazen alakasız görünen) verinin de büyük veri kadar önemli olduğunu ve doğru şekilde yorumlandığı zaman bütün firmayı kökten değiştirecek öngörüler verdiğini anladım.

Somut bir örnek de veriyor Lindstrom: On beş yıl önce LEGO, en büyük krizini yaşadı. Ekran bazlı eğlence, çocukların zamanının daha da büyük bir kısmını yakalamaktaydı. Büyük veri, Anında Tüketen Jenerasyonun –beklemek için hiç sabrı olmayan gençlerin- gelişini haber vermişti. Bu, büyük bir meydan okumaydı; çünkü çocukların LEGO kale veya uzay gemisi yapmak için uzun saatlere ihtiyacı vardı.

Çocukların LEGO’nun küçük tuğlalarını kullanmaya sabrı var mıydı? Dolayısıyla LEGO, daha büyük yapı taşları sunarak, çocukların aynı kaleyi saatlerden ziyade dakikalar içinde yapabilmesini sağladı. Herkesi şaşırtan ise, LEGO oyuncaklarının satışlarının düşmeye devam etmesiydi. Yanlış giden ne olmuştu?

Cevap, 11 yaşında bir Alman çocuğun yatak odasındaydı. Çocuktan odasında en çok gurur duyduğu şeyi göstermesini istedik. Çocuk herkesi şaşırtarak, çok fazla eskimiş bir çift spor ayakkabı seçti. Ayakkabılarının yıpranmış olmasının çocuğun şehirdeki en iyi kaykaycı olduğunun göstergesi olduğunu anlattı. Bütün havalı hareketleri öğrenirken ayağında olan bu ayakkabılar, çocuğun kaykay yeteneğinin gerçek göstergesi olmuştu.

Bu kısa ziyarete dayanarak, LEGO şirketin geleceğini belirleyecek iki sonuca vardı. Birincisi, oyuncaklar çocukların evrenin efendisi olma aşkını gazlamalıydı ve ikincisi, çocukların efendi olma tutkusunun süre (ve LEGO tuğlalarının büyüklüğü) ile ilişkisi yoktu. Kaykay ile mükemmel bir şekilde kaymak için yüzlerce saat harcamak ile bir kale için yüzlerce saat harcamak aynı şeydi. LEGO’nun büyük veri sonuçları şirketi yanlış yönlendirmişti, ancak küçük veri, LEGO’ya başka hiçbir oyuncak firmasında olmayan öngörüleri sağlamıştı.

Bugün bir LEGO paketini açtığınızda, yine tuğlaların küçük olduğunu göreceksiniz. Aynı zamanda her bir kutunun temasının efendilik olduğunu göreceksiniz. Bugün LEGO, dünyanın en büyük oyuncak firması.*

Bir başka örnek de Almanya’dan. 3 genç internetten müsli satma fikri üzerine kafa yoruyorlar ve bunun için bir anket yapıyorlar. Soru basit: İnternetten müsli satın alır mısınız? Ankete katılanların neredeyse tamamı “hayır” cevabı veriyor. Evet diyen birkaç kişinin cevaplarından etkilenen gençler risk alarak bu yatırımı yapıyor ve My Musli markasını kuruyor. My Musli, inanılmaz bir başarı yakalıyor ve her geçen yıl satışlarını artırıyor.

Son örnek de nostaljik olsun. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük pazarlamacılardan Caner Tunaman’ın otobiyografi kitabı Markaların Efendisi’nden öğrendim bu olayı.

Yıl 1969. Caner Tunaman, Unilever Türkiye’nin Yeni Ürünler Müdürü. Sana Yağın yeterince satılmadığını düşünerek bu ürünün kullanım alanını genişletmek istiyor. Bu amaçla büyük bir piyasa araştırması yaptırıyor. Çıkan sonuç çok net. Herkes Sana’yı kahvaltıda ekmeğe sürerek tüketiyor. Çünkü 25 senedir bunun reklamı yapılıyor. Araştırmaya katılanların %3’üne denk gelen 15 hane Sana’yı farklı şekillerde tükettiğini belirtiyor sadece. Tunaman bu haneleri tek tek gezip Sana’yı nasıl tükettiklerinin detayını soruyor. Ev hanımları Sana’yı pilavda kullandıklarını söylüyor. Bu veriden ilham alan Unilever büyük bir “Pilavda Sana” kampanyası başlatıyor. Sonrası malum, Sana’nın satışları katlanıyor ve Sana’yı pilavda kullanmayan ev hanımı kalmıyor.

Yani demem o ki, biz pazarlamacıların işi big data’ya bakıp risksiz kararlar almak değil. Derin dataya adeta bir madenci gibi ulaşıp kararları buna göre almak. Tüketicinin ne dediğini değil, nasıl dediğini; ne yaptığını değil neden yaptığını anlayabilmek. Öngörmek, risk almak ve denemek.

*The Brand Age, Sayı: 87, Martin Lindstrom

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir