Yorulmayan satıcınızla tanışın

Önümüzdeki dönemde sıradan pazarlama işleri yapay zekâya devredilecek. Bu, hem ürkütücü hem de muazzam bir meydan okuma. Artık sadece iyi birer pazarlamacı olmak yetmeyecek; teknolojiyi kullanan, yaratıcılıkla stratejiyi birleştiren ve makinenin ruhsuz verimliliğine karşı insanın bilgeliğini savunan stratejistler olmak zorundayız.

Eski zamanların o ahşap kokulu dükkanlarını, tezgâhın ardında duran ve ürününü tutkuyla anlatan esnafını bir anlığına gözünüzün önüne getirin. Satış, insan dokunuşuyla, samimiyetle ve ikna kabiliyetiyle örülmüş bir sanattı. Pazarlamanın kalbinde her zaman insana dair bir şeyler bulma, onun ihtiyaçlarını anlama ve bir bağ kurma çabası vardı. Şimdi ise zaman makinesini bugüne sardığımızda, o tezgâhın ardında artık yorulmayan, 7/24 çalışan ve potansiyel olarak sizden daha ikna edici olabilecek dijital bir varlık duruyor. Bu bir bilim kurgu sahnesi değil, Çin’in hareketli e-ticaret platformlarında şimdiden gerçeğe dönüşmüş bir devrimin ta kendisi.

Aslında bu, pazarlama tarihindeki büyük kırılma anlarından birisi. Önce radyo, markanın sesini hanelerin içine taşıdı; artık bir ürünü duymak için dükkâna gitmek gerekmiyordu. Bu, basılı ilanın sonu gibi görüldü. Sonra televizyon geldi, sesi görüntüyle birleştirerek ürünleri oturma odalarımızda canlandırdı; radyonun büyüsünü bozduğu düşünüldü. Ardından internet sahneye çıktı ve tek yönlü iletişimi çift yönlü bir diyaloğa dönüştürdü; markalar artık sadece konuşmuyor, aynı zamanda dinliyor ve cevap veriyordu. Her yeni teknoloji, bir öncekini tehdit eden bir devrim gibi görünse de, onu akıllıca kullananlar için rekabette öne geçmelerini sağlayan güçlü bir kaldıraç oldu. Philip Kotler’in dediği gibi, pazarlama her zaman adaptasyon sanatıdır. Yapay zekâ (AI), bu zincirin en radikal halkası.

Çin’den yükselen yeni dalga, yapay zekâ tarafından yönetilen “sanal insan” satış avatarlarını karşımıza çıkarıyor. Gece veya gündüz fark etmeksizin, bir an bile yorulmadan, aynı güler yüz ve enerjiyle ürün tanıtan bu dijital avatarlar, sadece birer yenilik olmanın ötesine geçerek, insan meslektaşlarından daha iyi satış rakamlarına ulaşıyor. Örneğin Çin’in e-ticaret devi Taobao, teknoloji markası Brother’ın yazıcılarını satmak için bu sanal avatarlardan faydalanıyor. Peki sonuç? Canlı yayın satışlarında yüzde 30 artış. Bu durumun arkasındaki mantık aslında çok basit: İnsan yorulur, dikkati dağılır, modu düşer. Oysa yapay zekâ, standartlaştırılmış ve optimize edilmiş performansını sonsuza dek sürdürebilir. Üstelik bu avatarlar, sadece önceden programlanmış metinleri okumuyor; büyük dil modelleri sayesinde müşterilerden gelen sorulara anında ve doğal yanıtlar üretebiliyor.

Burada asıl devrim, “hiper-kişiselleştirme” yeteneğinde yatıyor. İnternet reklamcılığı bize doğru hedef kitleye ulaşmayı öğretti. Yapay zekâ ise her bir birey için tamamen kişiselleştirilmiş bir satış deneyimi yaratma potansiyeli taşıyor. Müşterinin geçmiş alışveriş verilerini, sosyal medya etkileşimlerini ve hatta anlık ruh halini analiz ederek satış avatarının konuşma tarzını, sunacağı ürünleri ve kuracağı cümleleri gerçek zamanlı olarak adapte edebilen bir sistemden bahsediyoruz. Bu, her bireyin karşısında tam olarak kendi zevklerine ve ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir marka yüzü bulması demek.

Peki, bu durumda insan pazarlamacıya ne olacak? Cevap, yine tarihin tekerrüründe gizli. Bir zamanlar en iyi satıcı, kapı kapı dolaşıp en fazla kişiye ulaşabilen ve ikna kabiliyeti en yüksek olandı. İnternet ve e-ticaret ortaya çıktığında bu satıcıların yerini, günde milyonlarca kişiye ulaşabilen dijital reklamlar ve birkaç tıkla sipariş verdiren sistemler aldı. En iyi satıcılar yok olmadı; onlar bu yeni sistemleri kuran, stratejilerini belirleyen ve dijital vitrinleri tasarlayan pazarlamacılara dönüştüler. Ayakta kalanlar, kapıları daha hızlı çalanlar değil, o kapıları çalma işini otomatize edip enerjisini stratejiye harcayanlar oldu.

Geçen sayımızda ele aldığım Picasso’nun fotoğraf makinesiyle olan imtihanını hatırlayın; teknolojiyle savaşmak yerine onun yapamadığını yapmaya odaklanmıştı. Bizim durumumuz da farklı değil. Yapay zekâ ile yorulmazlıkta veya bilgi hafızasında yarışamayız. Bizim yeni rolümüz, bu yorulmayan dijital satıcıları yönetecek aklı, stratejiyi ve ruhu oluşturmak. Onların hangi hikâyeyi anlatacağını, markanın hangi değerlerini yansıtacağını ve müşteride hangi duyguyu bırakacağını tasarlayan mimarlar olmak.

Karim Lakhani’nin o meşhur sözünü bir kez daha hatırlatmakta fayda var: "Yapay zekâ insanların yerini almayacak ama yapay zekâ kullanan insanlar, kullanmayanların yerini alacak." Bu kaçınılmaz bir gerçek. Önümüzdeki dönemde sıradan pazarlama işlerini yapay zekâya devretmek standart bir beklenti haline gelecek. Bu, hepimiz için hem ürkütücü hem de muazzam bir meydan okuma. Artık sadece iyi birer pazarlamacı olmak yetmeyecek; teknolojiyi bir enstrüman gibi kullanan, yaratıcılıkla stratejiyi birleştiren ve en önemlisi, makinenin ruhsuz verimliliğine karşı insanın bilgeliğini ve sanatını savunabilen birer stratejist olmak zorundayız.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]