2023 için yeni sene, yeni umutlar dedik... Pandemi öncesi yaşam koşullarına dönülemeyeceğinin kanıksanması, tüm dünyada halkın geleceğe yönelik beklentilerini alışılmadık şekilde farklılaştırmasıyla sonuçlandı. İlk çeyreğini geride bıraktığımız yılda; ekonomik refahın yok oluşu, deprem felaketinin unutulmayacak acısı ve pek çok etmenlerle mücadele edilen karamsarlığın hüküm sürdüğü tabloya bir de Türkiye’nin geleceği açısından kritik bir seçim eklendi. Dünya Mutluluk Raporu 2022 yılı araştırmasında ve son yıllarda yapılan tüm araştırmalar Türkiye’nin en mutsuz ülkeler listesinde başı çektiğini gösteriyor. Bununla beraber ülkedeki antidepresan kullanımındaki artış da dikkatleri çekiyor. Elbette küresel ve toplumsal sorunları bugünden yarına çözmek kolay olmasa da bir yerden başlamalı ve bu dönemde markalara çok iş düşüyor…Peki belirsizlik üzerine belirsizlik yaşadığımız böyle bir dönemde tüketiciler markalardan neler bekliyor? Unilever Türkiye Kurumsal İlişkiler ve İletişim Başkanı & Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Şenel Erim ile hedef kitlenin zor dönemlerde markalardan neler beklediğini ve ortak bir hedefe en verimli şekilde hizalanmak ve gerçek anlamda toplumsal fayda sağlamak için yaptıkları çalışmaları konuştuk.
Tüketicilerin ortak beklentisi empati ve yaraları saracak planlı aksiyonlar
Pandemi dönemi hayat ve iş akışlarımızın bu büyüklükteki ani ve sert değişimler konusunda ne denli “kırılgan” olduğu ile yüzleşmemizi sağlamıştı. Şu an yaşanan afet ile bu kırılganlık ile bir kez daha ve çok kısa bir süre içinde tekrar yüzleştik. Her iki krizin de önümüze koyduğu tabloda en önemli öncelik elbette her zaman insanın fiziki ve duygusal sağlığı. İvedi karar alma mekanizmalarının hepsinde, yaşanan sıra dışı olaydan doğrudan ve dolaylı olarak etkilenen insanlar için etkimizi nasıl pozitif olarak devreye alacağımıza öncelik veriyoruz. Her ne kadar bu tür travmatik gelişmelerden etkilenme şeklimiz kişilere ve topluluklara göre farklılıklar gösterse de insanların ortak beklentisi empati ve yaraları saracak planlı aksiyonlar. Yasımız ve iyileşmeye duyduğumuz ihtiyaç ortak, çözüm ise ancak kamu, sivil toplum ve özel sektör dayanışması ile birlikte mümkün.
Toplumsal faydayı merkezine alan markalarımızla insanlarla bağ kuran adımlar attık
100 yılı aşkın süredir ülkemizde ekonomik ve sosyal değer yaratan Unilever Türkiye olarak, pek çok önemli olaya ve döneme tanıklık ettik. Toplumsal faydayı merkezine alan markalarımızla tüketiciye konuşan değil, insanlarla bağ kuran adımlar attık. Deprem sonrasında ortaya çıkan tablonun ise ağır bir sosyal boyutu var. Kadınlar, çocuklar, gençler, yetişkinler gibi topluluklar üzerinde yarattığı etki ve bu grupların ihtiyaçları birbirinden farklı. Sosyal altyapı kadar ekonomik altyapının da yeniden kurulması sürecinde istihdam, girişimcilik, ticaret gibi önemli dokuların yeniden örülmesi gerekiyor. Bu nedenle depremin yaralarını sarma süreci; kamu, sivil toplum ve özel sektörün yaratacağı “birlikte mümkün” diyen bir dayanışma ruhunu, uzun soluklu adanmışlığını ve mücadelesini gerektiriyor. Depremin doğrudan etkilediği insanlarımızın hayatlarını yeniden kurmaları, deprem bölgesindeki şehirlerimizin her anlamda yeniden inşa edilmesi zaman alacak. Bu nedenle Unilever Türkiye olarak hem kurum olarak hem de toplumsal konularda değer yaratmaya odaklanan amaç odaklı markalarımızla bölgeye yönelik dayanışma çalışmalarındaki yerimizi ve rolümüzü uzun vadeli planlıyoruz.