Tuba Güven Saraçoğlu: Bizi iyileştiren ne varsa kültür sanatta var

Rutin işlere bağlı kalmadan hobilerinin peşinden giden sektörün değerli isimlerini ağırladığımız Mesai Dışı serimizin yeni konuğu Yemeksepeti Kurumsal İletişim Direktörü Tuba Güven Saraçoğlu...

“Kültür sanat benim için tüm hayatımı sarıp sarmalayan, içinde nefes aldığım bir fanus oldu. Her ne oluyorsa hayatımda bu fanus içinde olmalı hissiyatı içinde yaşadım ve yaşıyorum” diyen Yemeksepeti Kurumsal İletişim Direktörü Tuba Güven Saraçoğlu’ndan mesai dışı hikâyesini dinledik.

Bizi iyileştiren ne varsa kültür sanatta var

NTV’ye kültür sanat bölümünde çalışmak için Ankara’dan ani bir kararlar İstanbul’a taşındığım 2005 yılından bu yana iş hayatım aynı zamanda hobilerimi ve ilgi alanlarımı besleyen bir yapıda gelişti. Basın, arkasından PR ajansı, sonrasında kurumlarda yürüttüğüm kurumsal iletişim alanındaki rollerin hepsinde Tuba olarak izlemekten, okumaktan, ilgilenmekten keyif aldığım neredeyse her konuyu, kişiyi, yapıtı en yakınından takip etme imkânı buldum. O nedenle, her zaman benim için en doğru kariyer yolculuğunda olduğuma inanır ve buna şükrederim. Bu kadar iç içe geçmiş bir iş ve sosyal hayat sanırım herkese nasip olmaz.

Kültür sanat, tüm hayatımı sarıp sarmalayan bir fanus oldu 
Ankara’da büyümenin avantajlarından biri, kültür sanat dünyasını yakından ve sıklıkla takip edebilmektir. Ben de ilkokuldan itibaren CSO konserlerini, Devlet Opera ve Bale’nin tüm sezonlarını, sinemadaki vizyon filmlerini, Tunalı’da Süleyman’ın efsanevi plak dükkanından henüz Türkiye’ye gelmemiş albümlerin kayıtlarını, ODTÜ Caz Derneği’nin organizasyonlarını büyük bir aşkla takip ettim. Yaşadığım şehir ve ailem kültür sanatı bana erken yaşta aşıladığı için benim normalim de bu oldu. O yüzden de belki de otomatik olarak da kariyer yolum da benim ‘normallerim’ ile şekillendi. Yaptığım tüm seçimler mutlaka bu standartlarımı karşılayacak seçimler oldu. 

Kültür sanat benim için tüm hayatımı sarıp sarmalayan, içinde nefes aldığım bir fanus oldu hep. Her ne oluyorsa hayatımda bu fanus içinde olmalı hissiyatı içinde yaşadım ve yaşıyorum. NTV’de her gün sevdiğim bir yazarın kitap tanıtımına röportaja gitmek, İKSV’nin festivallerinde Hollywood ve dünya sinemasının önde gelen isimleriyle sohbet etmek, markaların özel davetlerinde moda, sinema, müzik ve dans dünyasının dünyaca ünlü isimleriyle röportaj yapma imkânı bulmak, Rock’n Coke’da hem konseri çekmek hem de gelen gruplarla röportaj yapabilmek, hayran olduğum mimarlarla, fotoğrafçılarla eserlerini konuşabilmek gibi ruhumu inanılmaz besleyen işlere imza atmış olmak şimdi bile düşününce kalbimi ısıtıyor ve ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha hatırlamama sebep oluyor. 

Hayat anılardan ibaret ve ben de ne mutlu ki; kültür sanat ile çevrelenmiş kariyerimde çok özel anılar biriktirmiş oldum. Hiçbir yayına röportaj vermeyen Spike Lee ile 5 dakikalık sohbetimizin ardından röportaja ikna olması, Chris Botti ile unutamadığım bir sohbet gerçekleştirmek, Gerard Depardieu ile uzun bekleyişe değen bir röportaj yapmak, Dita Von Teese’i tanımak, Placebo ile konserleri biter bitmez ayakta hızlı bir söyleşi yapmak, Paul Weller ile uzun bir backstage röportajı yapmak, Zaha Hadid ile röportaj yapmak aklıma gelen bu anılardan sadece birkaçı.

Yurt dışı gezilerimizde ilk durağımız şehrin müze ve galerileri 
Ajans ve kurumsal iletişim tarafında da her daim yaptığım projelerde mutlaka kültür sanata ucu dokunan işler yapmaya özen gösterdim, göstermeye devam edeceğim. Hafta sonu gittiğim bir sergi ya da izlediğim bir filmin, işimle ilgili bir fikre ilham verdiğini çoğu kez tecrübe ettim. 

18 yıllık iletişim kariyeri olan biri olarak, iletişimcilerin ülke dinamikleri, toplum nabzı ve genel gündemin yanı sıra mutlaka kültür sanattaki gelişmeleri de yakından takip etmesini oldukça elzem görüyorum. Bizi iyileştiren, geliştiren ne varsa bu alanda var zira. Hafta sonları 10 yaşındaki oğlumun da ben ve eşime severek katıldığı düzenli müze ve sergi gezilerimiz oluyor. Arter, SSM, Salt, Tophaneyi Amire, Contemporary en sevdiklerimiz arasında. İstanbul Modern’in açılışını da iple çekiyoruz. Yurt dışı gezilerimizde de ilk durak her zaman gittiğimiz şehrin müze ve galerileri oluyor. 

Beni rahatlatan şeylerden biri de, aklımdaki görseli kanaviçe formatına çevirip işlemek 
Ankara’da yetişmenin yanı sıra çocukluk ve ilk gençlik yıllarını 80 ve 90’lı yıllarda geçirmiş olmak da zevklerime ve hobilerime damgasına vuran bir diğer etken oldu. Renkli TV’nin yeni geldiği yıllara denk gelen çocukluğum bir TV hayranı olarak geçti. Sabah İstiklal Marşı’yla TV izlemeye başlar, yatma saatine kadar ne kadar içerik varsa TV’de hepsini tüketirdim. Anadolu’dan Görünüm belgeselinden İcraatin İçinden’e kadar çocuklara pek de hitap etmeyen programlara olan düşkünlüğümü düşününce komik geliyor bir yandan.  

O yıllarda tek kanallı bir yayın olsa da TRT’nin bize sunduğu The Muppet Show, Danny Kaye’in orkestra yönettiği komedi serileri, Hikmet Şimşek’in Pazar Konseri, Erhan Konuk’un Pop Dünyası, Ömer Karacan’ın sunduğu Number One müzik programı, Kara Şimşek, Fame, Beyaz Gölge, daha sonra özel kanalların da eklenmesiyle tanıştığımız Star Trek, Magnum PI, A Takımı gibi muhteşem diziler ve o yıllarda hem sinemada hem de TV’de izlediğim Star Wars, E.T., Hayalet Avcıları gibi filmler, babamın iflah olmaz bir çizgi roman tutkunu olmasıyla birlikte tanıştığım Teks, Teksas, Conan, Zagor, Mister No, Örümcek Adam, Süperman, Laurel ve Hardy gibi çizgi romanlar, 90’ların başında uydu kanallarına üyeliğimizle gelen Conan O’Brien, Jay Leno’lu late night showlar, annemin vazgeçilmez kanalı BBC1 ve sonsuza kadar süren dizileri, VH1 ve MTV’de sabaha kadar seyrettiğim müzik videoları ve röportajları, 89 yılında dayımın hediyesi olan Atari ile başlayan bilgisayar oyunları merakım beni ben yapan dünyayı oluşturdu. 

Hayatımda kendimi en şanslı gördüğüm bir başka konu da; benim bu biricik olduğumu düşündüğüm dünyamın aslında bir üyesi daha olduğunu keşfetmem oldu, sevgili eşim Batur. İkimizin de aynı zevklere ve ilgi alanlarına ve takık şekilde düşkün olduğumuz ortaya çıkınca çok şaşırmıştık. Bu dünyamızı evimizde, dünyanın her yerinden aldığımız, getirttiğimiz poster, çizgi roman, kitap, figürlerle yaşatmaktan büyük keyif alıyoruz. Star Wars koleksiyonumuz ayrı, Star Trek’inki ayrı, 90’lar kategorisi ayrı olacak şekilde koleksiyonlarımız mevcut. Tek sıkıntımız bir süre sonra koleksiyonlarımızı koyacak yer bulamamamız. Bir de öyle bir çağda yaşıyoruz ki; ilgilendiğiniz bir alanda bilgi size hızlıca akmaya başlıyor. Dünyanın bir ucundaki bir koleksiyonerle sosyal medya üzerinden fikri alışverişinde bulunurken kendisini bulabiliyor, o çok istediğiniz figürü çok uzak bir ülkeden satın alıp dört günde evinize ulaşmasını sağlayabiliyorsunuz. Ankesörlü telefon kullandığımız bir dönemden gelen bir jenerasyondan geldiğimi düşünürsek bilgiye bu kadar hızlı ulaşmanın benim için her zaman bir nimet olarak algılanacağını tahmin etmek zor olamayacaktır. 

Öte yandan da ilkokuldan beri yapmayı çok sevdiğim kanaviçeyi bu zevklerimle birleştirerek üretmeyi seviyorum. Beni en rahatlatan şeylerden biri aklımdaki görseli kanaviçe formatına çevirip işlemeye başlamak. Kanaviçem, legolarım, 3D yazma kalemim, sulu boyalarım, seramik hamurlarım, örgü iplerimin görsel dünyamın vazgeçilmez figürlerini hayata geçirmemi sağlayan materyallerim. Yakın çevreme 20 yıldır ‘şu işlerimi bir gün bienalde göreceksiniz’  serzenişlerimin bir gün gerçek olması ise benim gizli hayalim.

Bu dünyada sanata düşkün olmak son derece tatmin edici
Doğduğum aile ve yetiştiğim şehrin bana aşıladığı hayat tarzı ve zevkleri ben de oğluma aktarabilirsem sanırım hayatta en çok buna mutlu olurum. Oğlumun isminin de Star Wars’tan Han Solo’yu sevdiğimiz için Han koymuş olmamızla başlayan bu süreç umarım bizimkiyle paralel gider. Hobileri olan, sanata düşkün, genel kültüre önem veren birinin bu dünya hayatında daha tatminkar ve memnun yaşacağını düşünüyorum. 

Çocuğum için sağlıklı olmasından sonra istediğim tek şey ‘mutlu’ olması. Bir başkasının seni mutlu etmesini bekleme yanlışına düşmeden, kendi kendine mutlu olabilmenin formülünün kendi dünyanda zengin ilgi alanlarına ve hobilerine sahip olmak olduğunu tecrübe ettiğim için ben de aynısını onun için diliyorum. Bir kere bu alt yapıyı ona verebilirsek, eminim o da bizler gibi, kendi zevklerini bu altyapı üzerine inşa ederek, bizden çok daha zengin bir ilgi alanı yelpazesine sahip olacak, belki de kültür sanat alanında farklı bir kimliği de olacaktır. 2005 yılında Tamer Dövücü’den aldığım NLP eğitimindeki şu sözü her zaman hatırlarım: ‘Ne kadar çok kimliğimiz varsa o kadar zengin oluruz’.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir