Sokak Modası Kitlesel Üretim Problemlerine Kayıtsız Kalıyor

Moda her zaman farklı kültürlerden farklı fikirlerden ve farklı hikayelerden beslenmeyi sever. Modanın bilinci yeniliklere ve başkaldırıya açıktır. Genel olarak modaya yön veren özellikler 10 yıllık zaman dilimleri ile ölçülür. Son 10 yıla baktığımızda, sokak modasının ağırlıklı olarak sektörü etkilediğini söyleyebiliriz.

Sokak modası, isminin hakkını verir biçimde, mikro ve makro ölçekli toplumsal sorunlara duyarlı, ifade özgürlüğüne dayalı, duyarlılığını ifade etmek için sıra dışı ve bazen yasa dışı yolları da tercih edebilen, konu başlığına uygun olarak da kitlesel üretim ve tüketimin sonuçlarından rahatsız bir yapıya sahiptir. Duyarlılıklarını ifade etmek ve dikkat çekmek için sıra dışı tasarımları, dikiş ve tasarım inceliklerini kullanırlar.

Sokaklarda dans eden, grafitiler yapan, extreme sporlarla uğraşan, gençlikten ve enerjiden beslenen bu kültür, onu daha da somutlaştırmak için kendi ufak markalarını oluşturmaya başlayalı uzun zaman oldu.

Bir grup kaykaycı tarafından kurulan ve dışarıdan "üye" kabul etmeyen Supreme markası şu an bu ufak markaların en bilineni ve en popüleri. Bu marka birbiriyle çok yakın olan ve ihtiyaçlarını kendileri tasarlayıp üreterek karşılamak isteyen bir grup kaykaycı tarafından oluşturulmuştu.

Supreme Mağazasının İlk Yıllarından Bir Görünüm

Günümüzde ise Supreme markasının piyasa değeri 1 milyar $. Instagramda Supreme baskılı t-shirtlerden, baltalara, araba giydirmeden, valizlere kadar çeşitli ürünler görebiliyorsunuz. Kaykay kültürü ile başlayan marka hikayesi Louis Vuitton ile ortak üretilen ürünlere doğru yöneldi.

Supreme markasının hikayesi, markanın kuruluş amacının oldukça dışına çıktı.

Problem sadece, Supreme örneğinde olduğu gibi, markaların kuruluş amaçlarından sapmaları değil. Bu yazıya temel olan nokta, sokak kültüründen gelen ve özünde daha iyi ve yaşanabilir bir çevre gibi duyarlılıkları olan küçük markaların, büyük ve duyarsız markalara dönüşmeye başlamalarıdır.

Bu markalar önceleri ifade özgürlüğüne, sosyal sorumluluğa ve çevreye dost üretim yapmaya odaklıyken şimdi sürdürülebilir karlılığın peşinde koşmaya başladılar. Küçük ve idealist markalar, büyük ve umursamaz yapılara dönüşüyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri'nde "sokağın sesi" olan basketbol, onu şu ana kadar en iyi temsil eden oyuncu olan Michael Jordan'ın kendi markasını oluşturmasını sağlamıştı. Jordan, başlarda alt gelir grubuna hitap eden ve onları gururlandıran bir marka iken, sonradan sneaker endüstrisinin "game changer" olarak gösterilen markalarından biri haline geldi.

Tekstil Sektörünün Dünyaya Maliyeti

  • Her yıl üretilen kıyafetlerin %73'ü satılmadan çöp oluyor.
  • Her saniyede 1 kamyon dolusu tekstil ürünü çöpe gidiyor.
  • Satılamayan bu ürünlerin yaklaşık değeri 200 Milyar $
  • Son 20 yılda dünya tekstil ürünü üretimi 2 katına çıktı.
  • 8 milyarlık dünyamızda her yıl 25 milyar sneaker ayakkabı satılıyor.
  • 2030 yılında tekstil ve sneaker sektörünün %81 büyümesi hedefleniyor.
  • Giyim sektöründe 350 farklı ürün üretiliyor.

Ortaya çıkan rakamlar ve tablo ürkütücü. Hem büyümenin öngörülmesi hem de üretimin dörtte üçünün çöpe gitmesi ise çevreye büyük zarar. İşte bu noktada sokağın ve sokağın sesi olan sokak modasının köklerine dönmesinin zamanı geldi diye düşünüyorum. Butik olan ve para kazanmanın dışında farklı amaçlarla ortaya çıkan bu markalar, "ana akım" moda olmanın getirdiği avantajı kullanarak sorunlara çözüm üretebilirler:

Ürünü üretirken fark yaratabilirler.

Dayanıklı, organik ve geri dönüştürülebilir malzemelerden üretilen ürünler çevreye hak ettiğini geri verebilir. Ürünler sadece tasarımları ve kesimleri ile değil aynı zamanda üretim materyalleri nedeniyle de tercih edilebilir duruma getirilebilir.

Üretimde nicelik değil, nitelik ön plana çıkarılmalı.

Aşırı üretimin aşırı tüketimi tetiklemesi çevre için önemli sorunların oluşmasını tetikliyor. Bu aşamada markalar, dünyaya ve çevreye daha duyarlı olmalı. Aynı zamanda markalar, kuruluş amaçlarını ve hikayelerini tüketicilere tekrar anlatabilmeli.

Birlikte yaşamanın ve birlikte hareket etmenin etkisi hatırlanmalı.

Günümüzde bireyi öne çıkaran ve hedefleyen sistemler, onu birlikte yaşamanın getirdiği sorumluluklardan uzaklaştırabiliyor ve bencilliğe giden yolun önünü açabiliyor. Markalar, taşıdıkları değerlere tekrar sarılarak bireyi tekrar birlikte yaşamaya duyarlı ve çevreye hak ettiği değeri vermeye davet edecek yapıya ulaştırabilirler. Bu güç onların özünde var.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir