Deyimler sözlüğünde ölçüp biçmek “bir konuda çok ayrıntılı düşünmek, inceden inceye düşünmek, değerlendirmek” olarak tanımlanıyor. Ölçüp biçmek gündelik hayatımızda da olumlu anlamda çok kullandığımız bir deneyim. Daha da ötesi zıttını da eleştirel olumsuz anlamda çok kullanıyoruz. “Ölçmeden biçmeden” yapılan işleri eleştiriyoruz.
İş dünyası ölçme konusunda sicili oldukça iyi bir disiplin. Operasyonları, karlılığı, performansı, birçok parametreyi ölçeriz. Raporlarız. Kıyaslarız. Başarı kriterleri yaratırız. Türetilmiş ölçekler, çapraz raporlar çıkarırız. Çünkü biliriz ki ancak ölçtüğümüz kavramları geliştirebiliriz. Ölçmek kendini bilmenin ilk adımıdır. Sporlarda başarı hassas kronometre ile ölçülür. Eğitim hayatında notlar karneyle takip edilir. İş hayatında da başarıyı, karlılığı büyük veriyi, raporlama araçlarını, teknolojiyi kullanarak yapıyoruz.
Son yıllarda gözle görünür biçimde sürdürülebilirliği odağına almış olsa da, iş dünyası çevreye, topluma, diğer insanlara dair etkisini bu hassas teraziyle ölçmüyor. Milyar dolarlık şirketler, kasasına giren ya da kasasından çıkan her kuruşun kaydını gerçek zamanlı olarak yapabiliyor. Ancak doğaya etkisini, karbon emisyonunu, atık miktarını, ürünlerinin yaşam döngüsü boyunca dünyaya ne iz bıraktığını, iş ortakları ve tedarik zinciriyle birlikte etik bir ekosistem kurup kuramadığını bu özende ölçen kurum sayısı pek az. Oysa biliyoruz ki, tüketiciler doğaya, insana, dezavantajlı topluluklara saygı duyan markalara yöneliyor.
Global danışmanlık şirketi PwC’nin 2021’de yaptığı bir araştırmaya göre kullanıcıların yüzde 76’sı doğaya, çalışanlarına veya topluma saygılı davranmayan markalarla olan ilişkisini keseceğini belirtmiş. Aynı araştırmaya göre iş dünyası liderlerinin de yüzde 91’i kurumların çevreye ve topluma karşı sorumlulukları olduğunu dile getirmiş. Öte yandan kurumların yüzde 73’ü tedarik zincirlerinin, iş ekosistemlerinin ve hatta kendilerinin doğaya ve topluma saygılı olma kriterlerini yerine getirip getirmediklerini bilmiyor. Aynı çalışmada global yatırım fon yöneticilerinin yüzde 51’i şirketlerin topluma olan sosyal etkisinin çok önemli olduğunu ancak bunun ölçümünün ve iş stratejilerine entegre etmenin oldukça zor olduğunu belirtmiş. Amerika’da yapılan bir sosyal adalet araştırmasına göre, çalışanların yüzde 59’u kurumların sosyal adaleti ilgilendiren konulardaki sessizliğinin kabul edilemez olduğunu belirtmiş. Kısacası iş dünyasının topluma, doğaya, dezavantajlı topluluklara saygı duymasını, bu doğrultudaki etkisini ölçmesini ve harekete geçmesini tüm paydaşları istiyor. Çalışanları, müşterileri, yöneticileri, yatırımcıları… Hatta devletler, uluslararası regülatör kuruluşlar.
İş dünyası için çevre ve toplum konuları artık işin ana gövdesinin yanında düşünülen bir yan uğraş değil, kurumların gözetmesi gereken ana konulardan birisi. Çevresel ve sosyal etkenleri iyi yönetmek, şirketin finansal başarısını azaltan değil aksine bunu güçlendiren bir etken. Sürdürülebilirlik ve karlılık birbirinin karşıtı değil, birbirinin müttefiki. Dünyada birçok kurum doğaya ve topluma etkisini ölçüyor. Bu ölçüm üzerine doğru soruları soruyor ve işini bu eksende teknolojiden de faydalanarak değiştirmenin yolunu buluyor. Sürdürülebilirlik ile karlılığı aynı potada ele alıp başarılı oluyor.
İsviçre’nin demiryolları işletmecisi SBB, her gün on binden fazla tren seferini planlarken her bir tren makinistinin sürüş izdüşümünü yapay zekâ yardımıyla analiz ediyor. Her bir güzergaha, tren biçimine ve sürücüye göre anlık sürüş önerileri vererek hem yolculuk güvenliğini maksimum seviyeye çıkarıyor, hem yakıt tüketimini olası minimum seviyeye düşürerek maliyetleri ve çevreye etkiyi azaltmış oluyor. Teknolojinin doğru kullanımıyla müşteri memnuniyeti, karlılık ve sürdürülebilir bir iş modeli aynı anda başarıya ulaşıyor. Bir başka örnek, Amerika’nın en hızlı büyüyen pizza zincirlerinden birisi olan Mod Pizza. Pizza üretimi esnasında malzeme zayiatının çok olduğunu, bunun atık miktarını artırıp doğaya zarar verdiğini hem de maliyetler üzerindeki olumsuz etkisini gören Mod Pizza teknolojiyi kullanarak bir analiz yapıyor. Çalışan memnuniyetinin en düşük olduğu mağazalarda fire miktarının en yüksek olduğunu ölçümlüyor. Bu sonucu kullanarak stratejisini, pizza restoranlarında çalışmaktan en mutlu olacak çalışanları istihdam etme yönünde değiştiriyor. Başka sektör ve şirketlerde iş bulma ihtimali az olan gazileri, engellileri, eski mahkumları, dezavantajlı toplulukları istihdam etmeyi göstermelik bir sosyal kampanya olarak değil ana şirket politikası olarak benimsiyor. Böylelikle atık miktarı azalıyor, mutlu çalışanlar ve finansal performansı artmış bir şirket ortamı inşa ediyor.
İlham alınabilecek örneklerin sayısı her geçen gün artıyor. İş dünyası olarak markalarımıza katabileceğimiz en modern ve sahici katkının onu doğaya, topluma, canlılara saygılı bir dönüşüm olduğunu anımsamakta fayda var. Bu dönüşümü gerçekleştirmenin yolu, ana operasyonların dünyaya etkisini ölçmek, bu ölçümlere bakarak doğru soruları sormak ve biçmek yani bu yönde harekete geçmek.