Geçtiğimiz haftalarda “PR öldü mü?” diye konuştuk; dijital çağda iletişimin yeni dilini, huyunu suyunu, yeni sorumluluk alanlarını tartıştık. Doğrusu bu konuyu ne kadar çok konuşur ve tartışırsak mesleğimiz için o kadar iyi. ‘Update’in ‘vaka-ı adiye’den sayıldığı dijital çağda; PR’ın da meslek erbabınca kendini güncellemesi gayet doğal. Yeni refleksler, taze ve derin sezgi ile dijital çağın bütün paradokslarıyla barışık bir PR anlayışı için bu olmazsa olmaz. Bizler iletişim sektörünün PR ayağında yer aldığımız için konuyu PR üzerinden tartışıyoruz ama, konu tüm iletişim sektörüyle ilgili.
Dilerseniz konuyu yakın zamanda tüm dünyayı şaşırtan sıcak bir olayla sorgulamaya ve anlamaya çalışalım: New York seçimleri ve Zohran Mamdani’nin zaferi. İletişimde ve PR’da yaşanan bu dönüşümün en dramatik sahnesi New York’un tam merkezinde Zohran Mamdani’nin iletişim kampanyasında yaşandı desek abartmış olmayız. Bu kampanya öyle bir kırılma yarattı ki, sadece bir seçimin değil; iletişim disiplininin de geleceğini resmetti. Mamdani’nin zaferi, aslında ‘dönüşen iletişim’in zaferiydi.
Big data vs. insana dokunmak
Mamdani’nin kampanyası, Hannah Arendt’in “kamusal alan” idealine sosyal medya çağında mümkün olan en yakın karşılık gibiydi: İnsanların görünür olduğu, seslerinin karşılık bulduğu, birbirlerini duyarak ortak bir anlam inşa ettikleri bir ekosistem.
Big data üzerinden ‘insanı çözeriz’ iddiası ... New York gibi devasa bir metropolün kalbinde kampanya yapmak, veri odaklı stratejilerin kâbesinde duadan farksızdı. Mamdani’nin ekibi de big data’yı kullandı. Ama hatırlatalım: büyük veri pusuladır ama yönü yalnızca insan/kaptan belirler. Bu, iletişimin/PR’ın uzun süredir kaybettiği bir şeyi, “insan olmazsa olmazını”, modern bir formülle geri getirdiği anlamına geliyor. Mamdani kampanyasının asıl başarısı, bu ikisini birbirine rakip değil, ortak yapan stratejisiydi. Veri yönlendirdi, insan hikâyesi tamamladı. Böylelikle New York’un kaotik politik evreninde ilginç bir şey oldu: PR, varsayıldığı gibi sadece medyaya değil insan bilimlerine de yaklaştı.
Topluluk inşası: PR’ın unutulmuş ritüeli
Sosyal medya kampanyanın sadece vitriniydi; asıl iş arka planda, topluluk örgütlenmesinde gerçekleşti. Genç gönüllü grupları kampanyayı bir siyasî eylemden çok bir kültürel pratik haline getirdi. TikTok videolarından sokak buluşmalarına kadar her temas noktası, “hikâye okunan” değil “hikâye yazılan” bir alan yarattı.
Bu, PR’ın eski dönemlerde çok iyi yaptığı ama zamanla unuttuğu bir şeydi: Topluluk inşa etmek. Mamdani kampanyası bunu geri getirdi — üstelik dijital çağın çok sesli, akışkan ve spontane doğasına uyumlu bir şekilde. PR artık medya merkezli değil, topluluk merkezli. İşte tam bu sebeple paydaş iletişimi, güncellenen PR stratejilerinde daha üst basamaklarda yarışıyor.
Görsel kimlik: Politik kampanyadan çok bir şehir hikâyesi
Kampanya bir diğer yandan bir estetik devrimdi. Tasarımdan görselliğe, dilden ritme kadar her unsur, New York’un sokaklarından doğan bir kimlik inşa etti. MetroCard & New York taksi sarısı, el çizimi tipografi… Bir politik kampanyadan çok New York sokaklarının ruhunu yansıtan bir görsel ekosistem. Bu estetik aynı anda hem cesurdu hem nostaljikti; hem dokunulabilir hem de dijitaldi.
Bu tasarım yaklaşımı, PR’ın uzun süredir kaybettiği bir şeyi hatırlattı: Estetik, sadece güzellik değil; aidiyet yaratma biçimidir. İnsanlar o posterleri sadece beğenmedi — sahiplenerek camlarına astılar. Yani marka haline getirilen şey, bir adaydan ziyade bir şehir hissiydi.
Mesaj: Sade, sürekli ve sürdürülebilir
Mamdani’nin iletişim dilinde bir şey dikkat çekiciydi: acımasız bir sadelik. Kira dondurma, ücretsiz otobüs, çocuk bakım desteği… “Erişilebilirlik” fikrinin çevresinde kurulan bu net çerçeve, dijital çağın bilgi kalabalığına karşı güçlü bir panzehir oldu.
Bir mesajın kalplere ulaştığı nokta çoğu zaman onun karmaşıklığı değil, tekrar edilebilirliğidir. Kampanya güçlü bir ritim gibi çalışıyordu: aynı tonda, aynı değerlerde, aynı yalınlıkta. Tutarlılık güven yarattı; güven ise destek.
Kimlik: Bir gölge değil, bir mercek
Mamdani’nin göçmen ve Müslüman kimliği kampanyanın sadece bir referans noktası değildi; değerler sistemine anlam veren bir mercekti. Fakat kampanya bunu dramatize etmedi, romantize hiç etmedi. Kimlik, siyasetin merkezine değil, hikâyenin altyapısına yerleştirildi. Bu da iletişimin en kritik noktasını güçlendirdi: samimiyet.
İletişimin, halkla ilişkilerin özetle PR’ın belki de en ayırt edici özelliği tam da bu: kimlik, bir afiş değil; bir bağ kurma aracıdır.
Dönüşen PR’ın zaferi
Mamdani’nin zaferini sadece politik bir başarı olarak okumak eksik kalır. Bu, “veriden hareketle içgörüyü kullanan ve dönüşen PR”ın sahaya çıktığı, yeni reflekslerini test ettiği ve sınavdan alnının akıyla çıktığı bir andı. Daha önce de söylediğimiz gibi dün PR, bir refleks alanıydı. Bugün ise bir stratejik istikamet işidir ve bu istikamette bağ kurmak, eşlik etmek, topluluğu kendi hikâyesine ortak etmek, hiç olmadığı kadar önem kazanıyor.
Bu anlamıyla PR; daha veri odaklı, daha sofistike, daha bağlamsal, daha empatik... Ve kabul edelim: daha bilgili. ‘Alaylı’lığı aşmış bilimle iş yapan stratejik bir disiplin.