Geçenlerde yazılım geliştirme ekibimizin geleceği hakkında tartışıyorduk. Post AI döneminde nasıl bir ekibe sahip olmalıyız? Ne tip yetenekler bizim için daha kıymetli olur, ne yapalım nelerden vaz geçelim gibi gibi. Toplantıdaki hemen herkesin hemfikir olduğu yegane konu şu: "Araştıran, ben oldum demeyen ve kurcalayan birilerini bulalım." Aslında bu çok güzel bi tanım. Yapay zekânın bugün geldiği noktada halihazırda yaptığı en büyük devrimlerden bir tanesi yazılım geliştirme tarafında yaşanıyor. Artık kaç tane dil bildiğiniz, bir framework'u ne kadar sürede koda dökebildiğiniz değil de daha genel bakarak "bu ihtiyacı çalışan bi ürüne nasıl dönüştürebilirsiniz" sorusuna cevap verebilecek, geneli görebilen, süreç nerde patlar bunun kararını verebilen insanlara ihtiyacımız var.
Yazılım tarafında da "yaratıcı" başlıklı ünvanlar görmeye mi başlayacağız yoksa?
Tahminim bu yönde...
Teknoloji geliştikçe, o klasik tartışmaların da modası geçiyor aslında. "Hangi programlama dilini öğrenelim, Java mı, efendim Python bakıyorum, xyz bilmiyorum vs. vs. konularına artık bambaşka bir yerden bakıyoruz: En önemli dil: Human language, yani İnsan dili! Türkçe, İngilizce falan gibi… Artık mesele kod yazmaktan çok, bilgisayarlarla doğru bir akışta doğru şekilde kendini anlatabilerek konuşabilmekte. Yapay zekânın geldiği noktada, siz ne istediğinizi basitçe anlatıyorsunuz, o da bunu hemen uygulamaya, algoritmaya veya çalışan bir sisteme dönüştürüyor. İşte bu, tüm dünyayı değiştirecek devrim niteliğinde bir dönüşüm ve bu yenilik, sadece yazılımcıların değil, hayatın her alanında herkesin rahatlıkla dahil olabileceği bir teknoloji devrimi demek.

Biraz daha bu dönüşüme derinden bakalım. Claude, GPT-4, Deepseek gibi büyük dil modelleri, dilimizi "programlama dili" olarak kullanmamızı sağlayarak programlama sürecini radikal şekilde demokratikleştiriyor. Artık bilgisayarlarla etkileşim kurmak için karmaşık kodları yazmak yerine, günlük konuşma dilimizi kullanmak mümkün. Bu dönüşüm, yazılımcı olmayı gerektirmeden, herhangi bir kişinin aklındaki fikri hızlı ve doğrudan teknolojiye dönüştürebilmesi anlamına geliyor. Böylece teknolojiye erişim çok daha geniş kitleler tarafından sağlanabilecek ve bu durum, küresel düzeyde eşitlikçi bir teknolojik dönüşüme yol açabilir. Örneğin Lovable, Cursor gibi yeni nesil araçlar sayesinde eskiden günler süren yazılım geliştirme görevleri artık dakikalar içinde tamamlanabiliyor. Bu araçlarla kullanıcılar, sade bir dille açıkladıkları ihtiyaçlarını doğrudan yazılıma dönüştürerek verimliliği ve yaratıcılığı artırıyorlar. Henüz babysteps diye tanımlayabileceğimiz bu teknolojilerin bugün bile neler yapabildiğini şiddetle denemenizi öneririm.
Bunun yanında, MCP (Model Context Protocol) gibi yeni nesil teknolojiler, yazılım geliştirme süreçlerinde tam anlamıyla şov yapıyor. MCP'ler, aslında bilgisayarlara 'hangi durumda nasıl davranmaları gerektiğini anlatan' basit talimatlar olarak düşünülebilir. Yani, bilgisayarlar farklı durumlarda ne yapacağını şaşırmadan, her seferinde doğru ve hızlı bir şekilde yanıt verebiliyor. MCP'lerden önce, bilgisayarlar bazen beklenmedik veya net olmayan talimatlar karşısında ne yapacağını kestiremez, yanlış veya eksik sonuçlar üretirdi. Örneğin, farklı dillerdeki kullanıcı istekleri veya karmaşık veri girişleri bilgisayarların kafasını karıştırabilirdi. MCP'ler ise bu karışıklığı ortadan kaldırarak, bilgisayarların her durumda net bir bağlam ve yönlendirme ile doğru davranışları gerçekleştirmesini sağlıyor.
Örneğin, bir yazılımcı MCP'leri kullanarak mobil uygulamasının farklı ekran boyutlarında nasıl tepki vermesi gerektiğini uzun uzun kodlamak yerine, sadece doğal dilde açıkladığı basit yönergelerle uygulamanın otomatik olarak tüm cihazlara adapte olmasını sağlayabilir. Benzer şekilde, bir pazarlama uzmanı da MCP kullanarak kampanyalarının müşteri etkileşimlerine göre nasıl şekillenmesi gerektiğini birkaç cümleyle belirleyebilir. Sistem, her bir kullanıcıya özel kişiselleştirilmiş içerikler ve teklifler sunarak pazarlama süreçlerini daha etkili hale getirebilir. Böylece günler süren analizler ve segmentasyon çalışmaları, MCP sayesinde saniyeler içinde tamamlanabilir hale geliyor.

Bu yeni paradigmada, teknik bilgiye sahip olma bariyeri önemli ölçüde azalıyor. İngilizce, Türkçe, Çince ya da başka herhangi bir dil konuşan bireyler, karmaşık algoritmaları kolayca oluşturabilecekleri araçlarla donanmış durumda. Bu durum, geleneksel programlama bilgisiyle sınırlı olan yaratıcı düşünceleri açığa çıkararak, dünya çapında inovasyon ve yaratıcılık patlamasına yol açabilir. Ayrıca, özellikle gelişmekte olan ülkelerde teknolojiye erişim imkanlarının artmasıyla birlikte ekonomik kalkınmaya da katkıda bulunabilir. Örneğin Türkiye, yaratıcı düşünce ve hızlı adaptasyon yeteneğiyle ön plana çıkan genç nüfusunu, bu yeni teknolojilerle buluşturarak dijital dönüşümün merkezlerinden biri haline gelebilir. Yerel ve küresel ihtiyaçlara yönelik yenilikçi çözümler üreterek teknoloji ihracatında lider ülkelerden biri olmak mümkün. Ancak bu değişim, programlama eğitimini tamamen ortadan kaldırmak anlamına da gelmiyor. Daha ziyade, programcıların görev ve rollerinde köklü bir değişikliğe işaret ediyor. Kod yazma ve hata ayıklama süreçleri, yerini daha çok "prompt mühendisliği" adı verilen doğal dil üzerinden komut verme, yönlendirme ve optimize etme süreçlerine bırakıyor. Bu noktada, gerçek anlamda iyi yazılımcılar, yeni araçlarla birlikte çok daha güçlü ve yaratıcı çözümler ortaya koyabilirken, işi yalnızca rutin kodlama görevlerini yerine getirmek olanlar, zamanla işlevsiz kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Programcıların artık öncelikli görevi, karmaşık sistemlerin arkasında çalışan yapay zekâyı doğru ve etkin biçimde yönlendirmek olacak. Bu yeni rol, programcıların klasik programlama yeteneklerine ek olarak dilsel ve mantıksal becerilerini geliştirmelerini ve daha stratejik düşünmelerini gerektirecek.
Geleceğin dünyasında hangi dili konuştuğumuzdan ziyade, dilimizi yapay zekâyla birlikte ne kadar yaratıcı, yenilikçi ve sınırları zorlayarak kullanabildiğimiz önem kazanıyor. Yapay zekânın rutin işleri üstlendiği bu yeni dönemde, insanın merakı, tutkusu ve hayal gücü hiç olmadığı kadar değerli hâle geliyor. İster yazılımcı, ister sosyal medya uzmanı, ister tasarımcı ya da başka bir meslekten olun, artık başarıyı belirleyen unsur yaratıcı düşünme ve sürekli yenilenme yeteneği haline geliyor.
Teknolojiyi yaratıcılıkla harmanlayanların, geleceği şekillendiren liderler olarak öne çıktığı bir dünyaya doğru koşuyoruz. Kulağa nasıl geliyor? Pek fena değil :)