Her yer dutluk, biz de birer duttuk

Yaratıcı zekâlarıyla sektöre adını kazıyan kreatif isimlerin, ilk işlerine yer verdiğimiz serimizin yeni konuğu Merve Kurtuluş...

Hangi işin ilk profesyonel işim olduğuna karar vermek, bu yazıyı yazmaktan daha zordu. Erken kalkan yol mu alır yoksa başına dert mi, hâlâ kesin değil. Ama yine de staj yaparken yaptığım işleri saymak istemedim. Sorumluluğunu tamamen senin aldığın ilk iş, ilk profesyonel işindir dedim. Promoqube’da Jr’ken yaptığım, ilk “benim” dediğim işi yazmak istedim. İşin çıktısını, işi yapma yolculuğunda neler öğrendiğimi ve tamamen ben yaptım diyebildiğim ilk iş olduğunu düşününce mevzu kesinleşti ve beni birçok açıdan geliştiren, LG’nin #V10suzolmaz kampanyasının kesinlikle ilk profesyonel işim olduğuna karar verdim. O zaman başlıyoruz.

Günlerden bir gün, V10 telefonunu eline alan LG bir brief attı. Nasıl heyecanlıyız, LG telefon brief’i attı diye çıldırıyoruz ajansta. Brief’i bir açtık ki pek bir şey yok. “Telefonumuz ulaşabileceğiniz en ucuz, yarı(m) akıllı telefonlardan biri. Çünkü hiçbir özelliği yok, sadece kamerası fena değil.” bilgisini aldık ve ürünle başbaşa kaldık. Her şeyden önce okulda gördüğüm efsane brief’ler artık yoktu. Hatta herhangi bir brief yoktu, sadece iş vardı. Ürün var, reklamı yapılacak. Brief’imiz bu. Neyse ki hazırlıklıydım. Bu durumu öncesinde yaptığım stajlarda hafif şoklar yaşayarak öğrenmiştim. Neyse stratejistle hallederiz diye düşündük. Stratejist? Aaa yok. Ara ki bulasın, sektörde pek yok o zamanlar, bizde de yoktu. Neyse ki ilk stajımı Concept’in strateji bölümünde yapmıştım da birazcık geniş açıdan bakmayı çözmüştüm. Projeyi anlatırken “biz” olarak bahsedeceğim ekip ben dahil, Roma rakamıyla III, yani üç(3) kişi. Birimiz patron. Ama vizyonlu bi patron. Zaten çok sonradan öğrendim ki en iyi projeler maksimum üç kişiyle çıkıyor. Ama o başka bir yazının konusu. V10’umuza geri dönelim çünkü bu yazı #V10suzolmaz

Brief kucağımıza düştü. Resmen her yer dutluk, bizler de birer duttuk. Ama iyi bir fikir bulduğuna inanan ve projenin işe yarayacağına gönülden inanan dutlardık. Ürün çok da şey(!) değil, biz bu ürünü ne diye satacağız diye düşünürken stratejik olarak sadece ama sadece kamerası üzerine gitme kararı aldık. Çekim yapacak bütçe de yok. O zaman kendi reklamını kendi çeksin dedik. Peki ne çekecektik asıl onu düşünmeye başladık. Proje fikri ergenliğim ve ergenlere has içgörülerimle oluşmaya başladı. 

Önce sorunu bulduk. Çekilecek şey arıyoruz. Ne ola ki bu? Spotify falan yok o zamanlar. Şarkıları ya virüs hediyeli indiriyoruz ve mp3 player’lara atıyoruz ya da YouTube’dan dinliyoruz. Bizde Spotify yok; son zamanlarda yükselen, gençlerin bolca dinlediği enteresan isimli Kadıköy gruplarında da müzik klibi çekecek para yok. İki yokluk birleşince ortaya bir varlık çıksın bari dedik, bu gençlerin kliplerini çekelim istedik. Korkunç bir arka planda dönüp duran şarkıların yerini güzel klipler alsın istedik çünkü o korkunç arka planlı videoların bile binlerce gösterimi vardı. İnsanlar, video platformunda müzik tüketiyordu ve bu yüzden YouTube’daki müzik videolarının görsel kısmının(!) resmen boşa giden bir medya olduğunu fark ettik. İçgörü 1, at cebe.

Kendim gibi ergen takipçilerin ilgilerini nasıl çekeceğimiz, nasıl bir kanca atacağımız çok belliydi. İşin en zor görünen ama en kolay yanı buydu: Fikirlerini soracaktık. Fikri sorulan, üstelik dinlediği sanatçılar hakkında fikri sorulan bir ergen cevap vermeden duramazdı. Duramadılar da. Her şeyden önce bir mikrosite açtık. Gençlere hangi grubun, hangi şarkısının klibini çekelim diye sorduk ve ekledik, klip neye benzesin istiyorsan bize bir mood video yolla dedik. Yolladılar da. Zaten telefonları ellerinden düşmüyor, paylaşacak şey arıyorlardı. İçgörü 2.

Gülmeyiniz, o zamanlar mikrositeler altın çağını yaşıyordu ve Twitter gibi uygulamalarla bağlayıp otomatik tweet attırmak gerçekten işe yarıyordu. Sitemize giren kullanıcılar hem istedikleri grup ve şarkıya oy vermek için hem de klibe yön vermek için tweet’ler attılar. Beklediğimizden çok daha fazla tweet atıldı ve video topladık. Her şeyimiz hazırdı, çekim kalmıştı. 

Beğendiğimiz, çekilebilir olan mood videolardan bir seçki yaptık ve kliplerimizi V10 ile çekmek üzere bir sabahın köründe yola çıktık. Çekimler yapıldı. Sadece bir mikrosite, Twitter kurgusu ve 4 video ile dev bir kampanya oluşturduk ve yayına hazırdık. 

Tüm işin sonunda LG Youtube hesabında V10’la çekilmiş 4 klip yayınladık. Kliplerden biri 28 milyon görüntülenmeyle, 7 yıldır LG’nin en çok izlenen videosu koltuğunu kimseye kaptırmadı. Diğer videoların da görüntülenmesi hiç azımsanacak gibi değil. Üstelik bu videoların hiçbirine reklam basılmadı. Burası çokomelli. 

Bu proje Howard Gossage’nin ünlü sözünün vücut bulmuş haliydi. Bu konuyu birçok müşteriye hâlâ anlatamasak da bu öğretiler genlerime işledi. 

Yıl 2015. Anksiyete queen’lik o zaman da başımın belası. Memur çocuğu olarak sektörden kimseyi tanımamanın verdiği kaygıyla üniversite ikinci sınıfta kendimi ajansların kapısında buldum. Daha doğrusu kendimi ajansların kapısına attım. O zamanlar sulu zırtlak bir ergen olduğumu iyi anlamanız için bu kısmı anlatıyorum. Çünkü büyük ihtimalle ergen olmasaydım bu proje aklıma gelmeyecekti. Tabii ki iyi iş yapmak için hedef kitleyle çok içli dışlı olmanız ya da illaki hedef kitle olmanız gerekmiyor. Ama bu iş özelinde, hedef kitlenin tam içinde olmak kesinlikle işime yaramıştı. 

Howard Gossage: “İnsanlar reklamları okumazlar. İnsanlar, ilgilerini çeken şeyleri okur ve bu bazen bir reklam olur.” Biz de aynen öyle yaptık. İlgilerini zaten çeken bir şey yaptık ama bunu ürünümüzle yaptığımız için bu bir reklam oldu. 

Bu projeyi bugün hayata geçiriyor olsak neleri farklı yapardım bakalım... 

  • LG V10’la çekildi cümlesini sadece videoların başında ufak ve kaybolur şekilde değil, kocaman ve sürekli yazardım. Fikri resmen gizlemişiz. Dönemin modasıydı biraz da… 5-10 sene önceki ilanları hatırlayın, marka sol altta 2.5 puntoyla falan yazar. O döneme denk geldik.
  • Çekimlerden backstage görüntüler aldırırdım. Telefonla çektiğiniz klibin nasıl çekildiğini, neden çekmezsin değil mi? Çekmedik. Halbuki case çekimleri yapmış olsak fikri daha iyi anlatabilirdik. 
  • Kaç tweet atıldığını ve mood videoları kaydederdim. Elimizde videonun izlenmesi dışında (onun için de YouTube sağolsun) başka hiç data kalmadı. 
  • Mikrosite ve kullanıcı deneyimini de kaydeder ve bir case video yaptırırdım. Ne var halbuki değil mi, ekran kaydı al, gir siteye, hedef kitle olarak tweet at. Kendi reklamını yap. Kafam basmadı swh. 
  • Ödüllere başvururdum. Bu maddenin açıklanacak bir yer kalmadı tahmin edersiniz ki. 
  • Son ve en önemlisi olarak bu maddeyi belirledim. İşi bitirmeden gitmezdim. Bu proje ajanstaki son işimdi. Kurgunun olduğu hafta, yıllarımın geçeceği, ikinci üniversitem 4129Grey’de işe başlamıştım. Şimdiki aklım olsa “Kurgudan sonra geleyim, işi yarım bırakmayayım” derdim ama yazının başındaki anksiyete queen o zaman da yanımdaydı ve ben Jr aklımla fikri bulunca işim bitti sanmıştım. Sonradan öğrendim ki daha yeni başlıyormuş… 

Her bir işiniz için geri dönüp baktığınızda, şimdi olsa neyi farklı yapardım diyerek 5-10 madde yazabilirsiniz. Herkesten beslenmek çok önemli ama kendinden beslenmenin başka bir yolu yok. Arada sırada, öylesine de olsa portfolyonuza girip bakmak kendi deneyimlerinizden öğrenmeyi sağlar. Bir sonraki işinizde de farklı yapacağınız şeyler olsa da öncekinden kalan birikimlerinizin toplamına deneyim, yani kariyer diyoruz zaten. 

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir