Fil'm Hafızası'ndan "Yılın En İyileri"

Film Hafızası, yıl boyunca beyaz perdede izleyicileri büyüleyen ve sinema dünyasına damga vuran 2023'ün en iyi filmlerini Pazarlamasyon okuyucuları için derledi.

Fil'm Hafızası, yıl boyunca beyaz perdede izleyicileri büyüleyen ve sinema dünyasına damga vuran 2023'ün en iyi filmlerini derledi. İşte yaratıcı yönetmenlik, etkileyici oyunculuk performansları ve derinlemesine işlenmiş senaryolarıyla öne çıkan ve izleyicilere unutulmaz bir sinema deneyimi yaşatmanın ötesine geçen 2023'ün zirveye çıkan filmleri… 

Poor Things

Yorgos Lanthimos’un son filmi Poor Things, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin En İyi Film ödülü olan Altın Aslan’ın sahibi oldu. Alasdair Gray’in Zavallılar isimli romanından uyarlanan film, Mary Shelley’in Frankenstein’ının feminist bir yeniden okuması. En önemlisi ise yaratıcı olan Dr. Godwin Baxter, Bella Baxter ismini verdiği eserini hem çok seviyor hem de onunla asla bir efendi-köle ilişkisi kurmuyor. Bella Baxter, her anlamda özgür bir kadın. Bella, patriarkal düzen tarafından belli kodlarla inşa edilen dünyayı tam tersi bir yerden, sezgileriyle anlayıp özümsemeyi tercih ediyor. Lanthimos, Alis’in çıktığı büyüme yolculuğunun feminist bir alternatifinin olabileceğinin kanlı-canlı bir örneği yaratıyor.

Tuba Büdüş

Kuru Otlar Üstüne

Nuri Bilge Ceylan, son filmi Kuru Otlar Üstüne‘de doğu görevini yapan bir resim öğretmenini odağına alıyor. Ceylan’ın tüm filmografisinde farklı isimlerle ve mesleklerle karşımıza çıkan bencil, duyarsız, umursamaz, bağlanmaz erkeklerin bir bileşkesi Samet. Ve Samet’e projeksiyon tutacak farklı yaşlardaki iki kadın; Nuray ve Sevim… Gencecik, kıpır kıpır bir kadın olan Sevim de hayat tarafından çok yorulmuş bir kadın olan Nuray da farklı şekillerde Samet’i etkiliyor. Filmin en büyük sürprizi ise seyircinin kendini kaptırıp katarsis yaşama ihtimali olan tek sahnede de Ceylan’ın radikal bir tercih yaparak tam anlamıyla bir yabancılaştırma yaşatması oluyor. Kuru Otlar Üstüne, seyircinin sırtına ağır bir yük ve derin bir sorgulama bırakarak final yapıyor. 

Tuba Büdüş

Öğretmenler Odası

İlker Çatak; Almanya’da bir okula matematik öğretmeni olarak atanan Carla Nowak’ın bir yandan okul sistemine, bir yandan meslektaşlarına, bir yandan da velilere karşı verdiği mücadeleyi perdeye taşıyor. Nowak, okulda yaşanılan bir hırsızlık nedeniyle idarenin yaptığı soruşturmanın öğrencilerine zarar verdiğini düşündüğü için kendince çözümler arıyor. Bu çözümler ise daha başka sorunları doğuruyor. Günün sonunda tüm yaşanılanların sonu ırkçılık dahil olmak üzere ülkenin sorunlarının bir tezahürüne dönüşüyor. Nowak’ı, kariyerini tehlikeye atacak hamleler yapmaya zorlayan sürece, velilerin ve öğrencilerin de dahil olmasıyla işler çığırından çıkıyor. Bu kaosun tam ortasında tüm soruları yanıtsız, tüm önyargıları karşılıksız bırakan final ise üzerine düşünmek isteyenlere genişçe bir alan açıyor.

Tuba Büdüş

Fallen Leaves

Aki Kaurismäki’nin The Other Side of Hope’dan (2017) tam altı sene sonra sinemayla yeniden buluştuğu film, Ansa ve Holappa adında iki yetişkinin paralel hayatlarına odaklanıyor. Fallen Leaves, Kaurismäki’nin absürt romantizm anlatısının hâkim olduğu bir anlatı yapısına sahip. Kaosun gölgesinde hayat mücadelesi veren insanların gündelik yaşamlarına devam edebilmesi için tasarlanmış bir “an”da kalış öğretisi olarak ele alınabilir. Rusya-Ukrayna savaşının tüm dünyada yarattığı tahribatı birbirini hiç tanımayan iki insanın hayatlarında buluşturan film, aslında tüm dünyaya “Birbirimizi tanımasak da bütünün bir parçasıyız.” mesajı veriyor ve işçi sınıfını dramatize etmeden hikâyenin merkezine taşıyor. Ümitvar anlatısıyla 2023’ün en iyi filmlerinden biri olma özelliği taşıyor.

İrem Yavuzer

Safe Place

Juraj Lerotic’in gerçek hayat hikâyesinden uyarlanan yılın en çarpıcı filmlerinden biri olan Safe Place, çarpıcı olay örgüsüyle dikkat çekiyor. Kardeşinin intihar girişimiyle birlikte aile hayatı kökten değişen Bruno, yirmi dört saatlik zaman diliminde iyi bir abi olabilmenin yollarını aramaktadır. Kardeşini hayatta tutabilmek için güvenli bir yer inşası üzerine tasarlanan film, yeni dünya sisteminde aslında herhangi bir yerde hiçbir şekilde güvenli olunamayacağının anlatısını sunuyor. Bireyin ruhsal çözümlemelerine ve karakter yolculuğuna hassasiyetle yaklaşan yönetmen, kurgusal sahneler eşliğinde iç hesaplaşmalara yer veriyor. Bir aile dramının yan anlatısı olarak tasarlanan sistem eleştirisi, sağlık sisteminden özlük haklarına dek sınıfta kalan bir yapılanmanın içinde geçen bir günü gözler önüne seriyor.

İrem Yavuzer

Terrestrial Verses

Ali Asgari ve Alireza Khatami’nin yönetmen koltuğunu paylaştığı Terrestria Verses, toplumun çeşitli kesimlerinden dokuz insanın hikâyesine odaklanıyor. Hastane görevlisinden okul öğretmenine uzanan bu bürokratik yapı, İran halkının içinde yaşadığı toplumun genel hatlarını karikatürize ederek beyazperdeye aktarmaktadır. Klasik İran sineması anlatısından farklı olarak Terrestrial Verses’da öne çıkan detaylardan en önemlisinin bölümlü hikâye kurgusu olduğunu söyleyebiliriz. Her bir karakter için ayrı bölümlerle bütünleşen film, Avrupa sanat sineması özellikleri taşıması bakımından oldukça yenilikçi bir üsluba sahip. Zamandan ve mekândan münezzeh olarak aynı sorunları farklı açılarla yaşayan bütün insanlığa adanmış bir manifesto izlenimi veren bu yapım, bence yılın en iddialı filmlerinden biri olarak dikkat çekiyor.

İrem Yavuzer

Çocuk ve Balıkçıl

Karmaşık evrenler ve masalsı düşlerle dolu filmleriyle tanıdığımız Hayao Miyazaki’nin bu yeni filmi, iddiasına göre yönetmenin son filmi. Aynı zamanda torununa ithaf ettiği bu film, bir nevi veda mektubu. 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya’da geçen filmin baş karakteri 12 yaşındaki Mahito. Savaş sırasında annesini kaybeden Mahito, babası ile birlikte babasının yeni eşinin yaşadığı ve şehirden uzak bir konağa taşınır. Mahito, annesini kaybetmiş olmanın yasıyla başa çıkmaya çalışırken aynı zamanda yeni evine alışmaya çalışır. Mahito, 12 yaşında taşıması ağır yüklerin altındayken bir balıkçıl kuşu ona arkadaşlık edecek ve yeni evrenlerin kapılarını açacaktır.  

Ayça Torun

Zone of Interest

Hannah Arendt tartışmalı Kötülüğün Sıradanlığı eserinde; toplama kamplarındaki Nazilerin birer canavar olmadığını ve yaptıkları her şeyi bir rutin içerisinde yapan, ideolojilerini vicdanlarının üstünde tutan sıradan insanlar olduklarını savunur. Jonathan Glazer’ın son filmini de bu bağlamda düşünebiliriz. Film, ünlü Nazi subayı Rudolf Höss’ün, bir toplama kampının hemen sınırında ailesiyle beraber ne kadar mutlu bir yaşam kurduğunu anlatıyor. Büyük bir ev, büyük bir bahçe ve neşeli çocuklardan oluşan büyük bir aile; sınırın diğer tarafında tarihin en büyük soykırımı ve savaş suçu işlenmiyormuşçasına parlak ve sıradan bir hayat sürdürmektedir.  

Ayça Torun

Dolunay Katilleri

Martin Scorsese için yaşayan en büyük yönetmen dediğimizde sanırım abartmış olmayız. Zira son filmiyle bir kez daha bu unvanının hakkını verdi. Dolunay Katilleri, 1920’lerde Amerika’da yaşanmış olan meşhur Osage cinayetlerini konu alıyor. Yerli Osage halkının yaşadığı bölgede petrol bulunması üzerine oradaki halk hızla zenginleşiyor. Fakat petrol zengini yerliler, tek tek gizemli cinayetlere kurban gitmeye başlıyor ve şimdiki adıyla FBI kurularak bu cinayetler araştırılmaya başlanıyor. Kulağa basit bir polisiye gibi gelse de beyaz adamın kana ve paraya susamışlığının üzerine kurulan Amerikan rüyasına tokat gibi bir eleştiri niteliği taşıyor.  

Ayça Torun

Sanki Her Şey Biraz Felaket

Altın Koza ve İstanbul Film Festivali gibi önemli festivallerde aldığı ödüllerle güzel bir çıkış gerçekleştiren Umut Subaşı, yirmili yaşlarındaki neslin kaygılarını mizahi bir yolla keşfe çıkıyor ve bağımsız sinemamızda örneğini az gördüğümüz “kara komedi” türüne özgün ve yeni bir soluk getiriyor. Yalnızlık, iletişimsizlik, tatminsizlik, gelecek kaygısı, değersizlik ve sıkışmışlık hissi gibi olguları gündelik hayat seyrindeki detaylar ve tesadüfler üzerinden anlatmak için kamerayı İstanbul’da yaşayan ve yolları kesişen dört gencin hayatına çeviren film, mesaj kaygısı gütmeden günümüz İstanbul’unun portresini tüm doğallığıyla seyirciye aktarıyor.

Hilal Önal

Kızıl Gökyüzü

Başarılı bir ilk romandan sonra ikinci kitabını bir türlü tamamlayamadığı için huzursuz olan Leon, sakince çalışmayı umarak arkadaşı Felix ile kalabalıktan izole orman içerisinde bir eve gider. İkilinin arasındaki denge, yeni tanıştıkları Nadja ve Devid’le zaman geçirdikçe değişmeye başlar. Çünkü Leon spontane tatil eğlencelerinden rahatsız olur ve kendini geri çeker. Film ise gözlerden ırak bir ormanda filizlenen aşk ve şehvetin yanı sıra kıskançlıkların ve kırgınlıkların gün yüzüne çıkmasını irdeler. Bu yıl Berlinale’de Büyük Jüri Ödülü’ne layık görülen Christian Petzold imzalı Kızıl Gökyüzü, komedi ve trajediyi sadelikle dengeleyen güçlü bir eser.

Hilal Önal

Barbie

Mattel Şirketi’nin yarattığı Barbie figürünün oyuncaktan ziyade estetik bir norm haline gelmesini, markanın kendi eliyle oluşturduğu “ideal kadın” imajını kapitalist kaygılarla yeniden yorumlamasını ve bunu “Barbie’ler istedikleri her şey olabilirler; Nobel ödüllü bir yazar, devlet başkanı, doktor ve daha bir sürü şey…”  gibi feminist idealler ile süsleyerek pespembe bir dünya sunmasını güncel feminizm eleştirileri ile ele almak Greta Gerwig’in kariyerinde bir kilometre taşı oldu. Film, ele aldığı konuların doğası gereği yer yer didaktik bir tona bürünse de, yanlış anlaşılan feminizmi herkesin anlayabileceği türde mizahi bir tonla anlatabildiği için 2023’ün önemli yapımlarından biri.

Hilal Önal

Bir Düşüşün Anatomisi

Bu filmde her şeyden önce; klişenin sınırlarında dolaşarak seyirciyi yer yer korkutsa da o çizginin hep özgün tarafında kalan, üstelik bunu bilerek yapan muhteşem bir reji izliyoruz. Karakterleri takip eden kameranın bile kendi karakteri var. Üstelik falsosuz, yapmacıksız, puzzle gibi bir anlatı söz konusu. Bir kadının, kendi doğrusunu savunma öyküsü bu. Yalnız bir mahkeme karşısında değil, tüm toplum karşısında. Ölen eşinin manipülasyonu, öldükten sonra da farklı erkekler aracılığıyla devam ederken tüm yorgunluğuna rağmen kendini en iyi şekilde savunan bir kadın karakter izlemek gibisi yok. Ayrıca, belki de önemli olan, yere çarpış değil düşüştür.

Esma Akalın

Sometimes I Think About Dying

Aşırı depresif ve sıkıcı görünen bir kadının aslında hiç de öyle biri olmadığını öğrenmek daha keyifli olamazdı! Öldüğü anı hayal etmeyenimiz yoktur. Peki, hiç bunu hobi olarak yapan birini gördünüz mü? Yönetmen Rachel Lambert, uzun zamandır görmediğim kadar orijinal, şahsına münhasır bir karakter çizmiş. Sırf farklı olsun diye önümüze gerçek dışı tipler koyan işleri saymıyorum elbette. Üstelik, filmin görselliğiyle fikrinin bu kadar el ele olması da seyir zevkini epey yükseltiyor. Sometimes I Think About Dying; görüntü yönetmeninin bir natürmort sanatçısı gibi çalıştığı, “ölü sahnelerle” bu hissi desteklediği enfes bir keşif filmi. O yüzden ben de bazen övmeyi düşünüyorum (bu filmi). 

Esma Akalın

Fremont

Siz şans kurabiyelerinin içine kâğıtları nasıl koyduklarını biliyor muydunuz? Ben bu filmde öğrendim. Film, yalnızlık çeken göçmen bir kadının bu yalnızlıkla başa çıkmaya çalışmasının komik, absürd, hipnotize edici güzellikte anlatılmış öyküsü. Bir türlü yakasından düşmeyen uyku problemi ve travmaları, onu drama ve acılarla dolu bir kadın olmaktan alıkoyuyor, tüm hislerden müstesna bir sarkazmın kucağına bırakıyor. Kurabiyelerdeki falları yazarken kendisi için de bir şans arayan, yalnızlığını dindirmeye çalışan karakterimiz; Jalali’nin siyah beyaz dünyasında her saniye büyüyor, kahramanlaşıyor. Ve soruyor: “Memleketinde insanlar hayatlarını riske atarken Fran’ın aşk hakkında düşünmesi normal mi?”

Esma Akalın

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir