Çağrı Akgül: Reklamcılık sadece ürün sattırarak çekilecek dert değil, eğlenmenize bakın

Rafineri Creative Group Head'i Akgül’ün ilk profesyonel çalışmasının hikâyesi sizlerle...

Akıllara kazınan kampanyalar, dillere dolanan sloganlar, unutulmayan tasarımlar… Yaratıcı zekâlarıyla sektöre adını kazımayı başaran kreatif isimlerin ilk işlerine yer verdiğimiz İlk Profesyonel Çalışmam serimizin konuğu Rafineri Creative Group Head'i Akgül’ün hikâyesi sizlerle...  

Reklamcılık sadece ürün sattırarak çekilecek dert değil, eğlenmenize bakın 

Çevremden sıkça “Her şeye de itiraz etme Çağrı” lafını duyarım. Haklılar valla. Zira ismi İlk Profesyonel Çalışmam olan bir köşeye hiç de profesyonel olmadığım bir dönemde yaptığım işimle katılıyorum. Ama sebebi var hemen kızmayın. Stajyerliğimin ilk haftalarında müşteriye ilk sattığım mini minnacık Facebook post’uyla karşınızdayım. 

Stajyerdim fakat para kazanıyor muydum? Evet. Harçlık diyelim. Müşteriye sattım mı? Evet. Peki neden profesyonel değil? Çünkü reklam yazarlığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Reklamcılık okumamıştım. Reklamcılıkla alakalı, reklamcılığın yanından kıyısından geçen herhangi bir bölüm bile okumamıştım. Amatörlüğümün zirvesindeydim. Ve zirve yalnızdım. O sırada tek stajyer bendim çünkü. 

Bir ânı hiç unutamıyorum. İlan işi var. Yazarlardan biri “Bodycopy yazacak mıyız?” diyor. Necati Kaya da “Gerek yok” diyor. Ben de açıyorum Google’ı ve “Bunlar neden bahsediyor?” diyorum. Halbuki biraz düşünsem anlayacağım. O sırada İngilizce Türkçe çeviri mekanizmam arıza verdi herhalde. Stajyer arkadaşlara tavsiyemdir; yaparak, görerek ve dinleyerek öğrenirsiniz. Dedikodu dinler gibi, yan masalarda işler hakkında neler konuşulduğunu dinleyin. Ben birçok şeyi yan masalardan öğrendim. 

Gelelim işe. Sonunda gelebildin dediğinizi duyar gibiyim. 2016’nın başı Titirifikir’deyim. Yenibiris.com stajyer ilanlarının bedava olduğunu duyurmak için (O zamanlar çoğu stajyerin bedava çalıştığını düşünürsek durum biraz da ironik) bir post istemiş. Şansa bakın ki ajansta da bir stajyer var. Stajyer post’unu bir stajyerin yapması kulağa ne kadar da uyumlu geliyor. Stajyerin halinden en iyi kim anlar? 

Bugün maalesef aramızda olmayan Özgür Akpınar, (Adıyla soyadıyla yazmak kötü hissettirdi tekrar yazacağım) bugün maalesef aramızda olmayan Özgür Abim işi bana verdi. “Post deyip geçme” dedi. “Bakalım nasıl yazıyosun” dedi. “İlerde portfolyona koyarsın belli mi olur” dedi. Gazı verdi de verdi anlayacağınız. Canım abim. Portfolyoluk olmadı ama bir dergide konu oldu. Bu da bir şeydir.

Ben de aldım kağıdı kalemi, başladım yazmaya; başladım çizmeye. Resim okuduğum için o dönemlerde ilan fikirlerimi hem yazıyordum hem çiziyordum. Yazarlığa meraklı olduğum için daha çok yazıyordum. Kadroya gözümü diktiğim için de arada çizip puan topluyordum. 

Staj bulmak konusunda çok sıkıntı çekmemiştim ama çekenleri görmüştüm. O yüzden içgüdüsel olacak ki stajyer ilanlarının ücretsiz olduğunu söylemeden önce stajyer almanın ne kadar faydalı olabileceğini anlatmak istedim. “Stajyer alın, yetiştirin. Çok güzel bi’ şeydir stajyer almak. Şans verin şu gençlere!” diye düşündüm herhalde. 

Cümleleri arka arkaya sıralarken içimdeki durdurulamaz kelime şakası canavarı (Müebbet Muhabbet’le büyümüş bir neslin neferleriydik sonuçta) direksiyonu eline aldı. Sırayla şu duraklara uğradı: Stajyer taze kandır. Eğer iyiyse iş yükünü hafifletir. İşini rahatlatır. Seni ferahlatır. Geliyor gelmekte olan. 

Shakespeare “Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?” demiş. Peki stajyeri tazeliğiyle ferahlatan bir içeceğe benzetmek mi? Hayırlısı diyelim.

Özgür Abiye fikirleri anlatmak için bekliyordum. Beklediğimi belli etmek için de ona kendimi gösterecek şekilde voltalar atıyordum. Özgür Abim ise yemeği fazla kaçırdığı için karın ağrısı çekiyordu. Çok başka dertlerimiz vardı anlayacağınız. Onu beklediğimi anlayınca gel anlat dedi. Görseldeki başlığı söylediğimde ağrı sebebiyle düşmüş yüzünde bir gülümseme belirdi. “Bunu yapın” dedi. Müşteriye satmaktan daha değerliydi benim için. Buna benzer, aynı yerden çıkan bir başlık daha yazmıştım ama ne görselini bulabildim ne başlığı hatırlayabildim kusura bakmayın.

İşi art direktörlerimize anlattım. Hızlıca paketledik. Müşteriye gönderdik. Ertesi gün haber geldi. Müşteri ikisini de onaylamış. İkisini de yaptılar. Hemen Özgür Abiye gidip “Abi almışlar ikisini de” dedim. O da “Aferin lan” dedi. Bilen bilir “Aferin lan” aferin plus gibi bir şeydir. Bir üst seviye “aferin”dir. 

Bu minik işin bugün bu sayfada yer alma sebebi iyi bir iş olması değil tabii ki. Hatta bugünden bakınca eksikleri yanlışları gözüme o kadar batıyor ki anlatamam. Anlatmaya da gerek yok, görüyorsunuz. Ama bu iş bana iki önemli şey dedirtmiş olması sebebiyle bugün bu sayfaları işgal ediyor. Sanırım artık bir mesleğim var ve sanırım burada çok eğleneceğiz. O zamanlar bu ikisi benim için en önemli ve gittikçe ulaşılamaz olarak gördüğüm şeylerdi. Sonra koca yürekli bir adam çıkıp size “aferin lan” diyor ve hayatınız Sims’te şifre yazmışsınız gibi hızla şekillenmeye başlıyor. 

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce fark edemediğim ve şu an farkına vardığım bir şey var. Onlarca şey yaşayıp, onlarca iş yaptıktan sonra o ilk işe baktığımda gördüğüm bir şey. O da ilk günden beri işimi yaparken eğlenmekten asla vazgeçmemiş olmam. Bunu bazen işin kendisi sağladı. Bazen de “çok uçamayacağımız” sıkıcı işlerde, sadece fikir toplantısında anlatılacak, sadece bizi güldürsün diye yazdığım şeylerle.  

Eğlenmeyi asla ama asla unutmamak lazım. Ürünü sattırmak tabii ki ön koşul. Ama reklamcılık sadece ürün sattırarak çekilecek dert değil. Eğlenmenize bakın. 

Kariyer
Sosyal Medyayı Kadınlar mı, Erkekler mi Daha Etkin Kullanıyor?

Geçtiğimiz günlerde onuncu yılını tamamlayan Facebook’un  bugün 1,23 milyar aylık aktif kullanıcısı mevcut. Dünya çapında 37 ofis ve 6 binden fazla da [...]

Bunlar İlginizi Çekebilir