RED and GREY / Creative Group Head Oğuz Can Öztürk: "İlk işim için hırsıma, ev arkadaşlarıma ve en çok yetinmeme duyguma teşekkür ediyorum" diyor. Öztürk’ün ilk profesyonel çalışmasının hikâyesi sizlerle...
Benim ilk iş hikâyem
Benim yayınlanan ilk işimin hikâyesi, belki de bazen en iyi bazen en kötü özelliğim “yetinmemek” ile ilgili. Lise hayatım boyunca hayalini kurduğum reklamcılık bölümünü kazanmış, bavulumu alıp Kıbrıs’a gitmiştim. Bambaşka bir kültüre alışmak, üniversiteli olmak, birey olmak gibi aşamaları geçtikten sonra nihayet bıkkınlık gelmiş, okullardaki teorik bilgi de yetmemeye başlamıştı. Kıbrıs’ta hem kendimi geliştirebileceğim hem de harçlık kazanabileceğim bir yer aramaya başladım.
Çok olmayan seçenekler arasında içerisinde radyo ve gazete bulunan bir medya grubunun reklam ajansını gözüme kestirdim. Elimde gösterebileceğim bir CV ve portfolyo olmadan, “ne kaybederim?” (ki bazen çok şey kaybettirir) edasıyla çat kapı içeri girdim. Beni, daha sonra sektörde hiç karşılaşmadığım bir babacan tavırla, kendime olan özgüveni sevimli bulan, beni ve hayallerimi sıkılmadan dinleyen Ahmet Kasımoğlu karşıladı. Kapıdan çıkarken “Yaratıcılığını göster, ben de sana oturacağın yeri göstereyim” dedi ve ilk brief’imi verdi. Marka bir bankaydı, brief ihtiyaç kredisi, istenen ise bir başlıktı. Korkarım ki, ben “başlık” nedir onu bile daha bilmiyordum ve sadece üç günüm vardı.
Durumu ev arkadaşlarıma anlattım. Önce birlikte başlık ne demek onu öğrendik. Sonra bir A4 sayfasına aklımıza ne geliyorsa yazmaya başladık. Çok ciddiydik. Dünyayı değiştirecek bilim adamları veya bir cinayeti çözecek dedektifler gibiydik. Hem en iyisini bulmak hem de Ahmet Kasımoğlu’na kahkaha attırmak istiyorduk. Hunharca tartışmalar, bol araştırmalar sonucunda ilk gece yüzlerce başlık yazdık. Açık oylama yaptık ve aralarından üç tane başlığı bir üst tura taşıdık.
Ve ikinci gün oldu. Açıkçası o gün tam bir çaresizlikti. Dünden kalan başlıklar kendini tekrarlıyor ve elimizdeki hiçbir şey ile yetinmiyordum. Daha fazlasını arıyordum. Çünkü daha iyisini bulabileceğimi biliyordum. Bu aradığımız iyi fikir çok yakında bir yerdeydi. Belki gözümün önünde, belki bir arka sokakta, belki de okuldaydı. Tek bilmem gereken onu bulmam gerektiğiydi.
Hem biraz iş mevzusundan uzaklaşmak hem de sosyalleşmek için oturduğum bölgeye yakın olan, çoğunlukla öğrencilerin olduğu bir kafeye gittim. Bir yandan arkadaşlarımla sohbet ederken bir yandan da kaygılı bir şekilde fikrin bana gelmesini bekliyordum. Fikir öyle gelir mi bilmiyordum ama o gün öğrendim. Gelirmiş!
Arkadaşlarımdan birinin evde bozulan musluğu tamir etmeyi unutan sevgilisine “on bin kere söyledim” diye sitem etmesi ve on bin deyince benim aklımda paranın canlanması beni çok heyecanlandırmıştı. İyi miydi? Bilmem. Değişik miydi? Böyle bir başlık duymadığına adım kadar emindim. O an ortamı bozmak istemediğimden kimseyi rahatsız etmedim ama kalkana kadar heyecandan içim içim sığmadı.
Eve gittiğimizde direkt odama girip az çok bildiğim photoshop ile aklımdaki fikri tasarlamıştım. Tüm arkadaşlarımı salonda toplayıp, onlara sanki bir ürün lansmanı yapar gibi sunmuştum. Üstelik gazımı alamamış bankanın diğer ürünlerine de entegre etmiştim söylemi. Onlarda benim gibiydi. İyi miydi? Emin değillerdi. Değişik miydi? Böyle bir şey duymadığına çok eminlerdi. Karar verilmişti, götüreceğimiz fikir bu fikirdi!
Bir pazartesi günü öğlen saatlerinde elimde bir USB bellek ile ajansa gittim. Fikrimi göstermeden önce nereden yola çıktığımı anlattım. Markayı araştırmış olduğumu ve ne kadar iyi tanıdığımı hissettirdim. Yaptığım tasarımları gösterdim. Korku ve heyecanla tepkisini bekledim. Ba-yıl-dı! Yakın zamanda markanın dilini gençleştirmek istediğine dair bir brief almıştı. Çok iyi miydi? Bilmiyordu. Şimdiye kadar sunulan düz başlıklardan oldukça farklıydı ve bu hoşuna gitmişti. Tasarım düzenlenip müşteriye bir alternatif olarak gönderildi. Ben ise işi kapmanın mutluluğu ile sandalyemi ve masamı kaptım.
Ama daha bitmemişti. Gün bitimine yakın patron çalışma alanına geldi ve bir duyuru yapmak istediğini söyledi. Yapacağı duyuru, benim bu yola çıkış hikâyemdi. Bulduğum başlık ve onların çoğaltmaları marka tarafından kabul edilmiş, bir de bunları radyo ve desktop film olarak görmek istemişlerdi. Tüm ekip beni alkışlarken bense mutluluktan havalara uçmak üzereydim. Çünkü ilk iş günümdeydim ve sadece bir KV olarak çalıştığım iş, aynı zamanda ilk filmim ve ilk radyom olmuştu. Tamam dev prodüksiyonlu bir film ve radyo değildi ama ilkti. Çok şey öğretmiş, kendime olan özgüvenimi tazelemişti.
İçeride birçok medya kuruluşu olduğu için tüm süreç içeride ilerledi. Ben ise kontrollü bir şekilde işimin başındaydım. Dış ses aldırıyordum, videoyu kurgulatıyordum, fotoğraf çekimine ve retouch süreçlerine katılıyordum, çok şey öğrenip, çok eğleniyordum. Biraz çaba, bol fikir alışverişi ve onay sürecinin bitmesiyle fikrimiz artık online’a hazırdı. Medya yayın tarihi belliydi. Tam 1 ay vardı.
1 ay sonra, yüzlerce başlık yazan ve reklamcılık okumayan arkadaşlarımla yine toplanmış, bu sefer televizyonda ilk reklam filmimizi izliyorduk. Çok basit bir filmdi, biri vardı ve sağdan soldan yazı geliyordu ekrana, bilirsiniz ya motion filmlerini onlardandı ama biz film çıktığında alkışlar koparıyor, birbirimize sarılıyorduk.
Sadece o da değil, yolculuk esnasında hiçbir telefonu Bluetooth ile bağlamıyorduk sürekli radyo dinliyorduk. Çünkü tüm radyolarda biz çalıyorduk. Yerel gazetede yayınlanan ilanımızın fotoğrafını Facebook’ta paylaşıp birbirimizi etiketliyorduk. Kendimizi yeni yetme bir rockstar gibi hissediyorduk.
Üzerinden 10 yıl geçti ama biz, o reklamcı olmayan, üniversiteden arkadaş grubumla her bir araya geldiğimizde o hırsımıza gülüyoruz, o işi masamıza alıp, bir 15-20 dakika anılarda dolaştırıyoruz. Şimdi bana soracak olursanız o iş dünyanın en iyi işi miydi? Net değildi. Ama şunu diyebilirim; 9 yıldır hayatımda birçok başlık attım, bu kadar özelini yazmadım. Hayatım da şimdiye kadar çok şaka yazdım ama buna güldüğüm kadar hiçbir şakaya gülmedim. Hiçbir işimi bu işim kadar özlemedim.
Gördüğünüz tasarım maalesef ki o tasarım değil. Eski çalışmama ulaşamadığım için yenisini tekrardan stok görsel ile çalıştım. Diğer iki ilan ise “40 bin kere maşallah kızım Oxford kazanmış” diyen baba ve “10 bin kere söyledim şu musluk akıtıyor” diyen sular içinde kalmış bir kadın görseliydi. Bir gün olurda hard disklerimin örümcek ağı dolu dosyalarından birinde bulursam bu işleri, dijital dünyanın derinliklerinden birine yükleyeceğim.
Ve son olarak, bu iş için hırsıma, ev arkadaşlarıma ve en çok yetinmeme duyguma teşekkür ediyorum. O günden bugüne Alametifarika, Karbonat, McCann, Havas gibi birçok ajansta kalem salladım, 180’e yakın ödül kazandım ama hala yetmedi. Şimdi Red and Grey’de ekibimle birlikte daha fazlasını aramaya devam ediyorum. Yeter mi? Yetmez…